İnsanlığın son evresinde dünyaya teşrif eden, kendisinden evvel gelen nice tevhid erlerini tasdikleyen o kutlu Resûl’ün (sallallahû aleyhi vesellem) rehberliğinde, insanlığın son kurtuluş umudu olan İslâm’ın yaşanacağını bize haber veren Allah’a (celle celâluhu) hamdolsun.
Bizler âlemlere rahmet olsun diye içimize gönderilen o büyük insandan asırlar sonra dünyaya gelmiş başsız, yolunu şaşırmış bir halde garip kalan ümmetin fertleriyiz. Ama İslâm davası yolunda çektiğimiz maddî ve manevî çilelerin, bizim asıl menzilimize olan yürüyüşte önümüzü aydınlatan birer nur olması ümidiyle yürüyoruz.
Herkesin Allah’a (celle celâluhu) ve bu İslâm davasına yüreğindeki sevgisi nispetinde bir bağlılığı vardır. Müslümanın dilinde İslâm olsa da kalbinde bu davaya gereken yeri verememişse akıbeti berbat olacaktır. Taklîd-i İmân’ın insanı getireceği yol kabir kapısında nihayet bulur. Bize onun ötesinde lâzım olan imana muhtacız. O da hakikati idrak edip hayatının her safhasında yaşayanların harcıdır.
Müslümanların manen kaybetmesine sebep olan bu riyakâr tavrı terk edip inandıkları dini kendilerine bildirilen şekilde anlayıp hayatlarına tatbik etmeleri elzemdir.
Bunun yolunu da ancak Resûlullah’ın (sallallahû aleyhi vesellem) ve O’nun izinden gidenleri takip ederek bulabilir. Asırlarca bu yolu bize gösteren sadakat timsali dava adamlarının naklettiği hakikatleri bizlerde bizden sonrakilere aktarıp bu davada üzerimize düşen vazifeyi böylece yapmış oluruz.
Aksi takdirde ahiret yurdunda ne ecdadımızın ne de Rabbimizin “mukaddes emanete neden sahip çıkmadınız?” gibi bir sorusuna verebilecek hiçbir cevabımız olmayacaktır.
Gayret bizden Tevfik Allah’dan (celle celâluhu)
Vesselâm…