Deniz bitti, gidilecek yol, söylenecek söz kalmadı.
Günümüzde, kapitalizmin toplumsallaşma süreçlerine el verir hiçbir yanı kalmamıştır. O sadece ayrıştırıcı ve yok edici aşırı bireyselleşme süreci üzerinden, topyekûn imha eylemi üzerinden var olabilmektedir. Kapitalizmin toplumsal dışsallığı savaş alanlarıdır: işyerinde kişisel kariyer yapmak ve bireysel başarı kazanarak herkesin üzerine basıp oligarşik yapıda kabul görmek; siyasi planda her şeyi özelleştirerek alınır-satılır hale getiren liberal “reformlardan” yana olmak ve başka partiden bile olunsa bir yandan demokrasi savaşçısı kesilirken, diğer yandan dönemin muktedirine hizmette kusur eylememek; din ve inanç açısından tabii ki “açılımlardan yana” olmak, “vicdan ve ibadet” hürriyetinden yana olmakla birlikte hâkim olan ne ise ona hizmette asla kusur etmemek...
Bugünü dünden ayıran temel özellik, sisteminin bütün açmazlarını sanki bütün insanlığın kaderiymiş gibi gösteren kapitalizmin, kendi sonuna giden yolda emek cephesine topyekûn saldırıda bütün sınırları küresel boyutta olmak üzere ortadan kaldırmış olmasıdır.
Türkiye’deki “Haziran ayaklanması”, Fransa’daki “Nuit debout” ve en son “Boyun eğmeyenler” (Les İnsoumis) hareketlerinin bizlere gösterdiği odur ki; yıkılan ve kapitalizmin insanlığa hakim olduğu birkaç asırdan beri başlıca toplumsal dışsallığı oluşturan bu eski dünyanın yerine yaratıcı bireysellikler daha şimdiden yeni bir dünya inşa etmeye başlamış bulunmaktadır. Bir iki seneden beri tarihi arkasına alarak esmeye başlayan bu kurtuluş rüzgârlarının, işgal ettikleri toplumsal konumlara göre “herkesin kendi meşrebinde” acı çekmekte olduğu bireysel içselliklere de genel ve temelli bir iyileştirme getireceği bana açık bir olgu olarak görünmektedir.