*Semender kendi ateşinin küllerinden kendini oluşturan mitolojik kuştu ve beni hayat suyu ile telepatik sarmalamaya başlamıştı. Biraz sonra kaliteli bir duruş, bir hoş endam geliverdi.
Ten diliyle ses dilinin birbirine yapıştığı bir garip sinerji ile doldurdu Serender’i. Yaşantıyı kaba ve külfetli bir yük olmaktan çıkaran ve Sisipus söylencesini yırtıp atan güç nedir ki? İrsal edicim bir büyücü gibi sağlayıverdi bunu: Hayat, haberci bir Semenderle anlam kazanır ancak. Serender-Semender ve resul-haberci arasındaki semantik ilişki o akşam çarptı beni. Semender’den Sem doğdu. Zehirleyen ve yaşatan tılsımlı cereyan damarlarıma işledi. Hayat Sem’in zehiri ile iksiri arasına mıhladı beni. Bir kelebek etkisiyle dudaktan akan bir semin sonu trajedi olabilirdi. Oysa, Sem’in dudaklarından sızan seme razıydım. Büyük bidat semin zehrinden değil Sem’in sihrinden geldi bana. Büyük korkuyu da içinde bir deprem kıpırtısı gibi hissettiren büyük hayat iksirini de aynı anda duydum. Büyük aşkların büyük korkularla beslendiğini ve bir perestiş duygusu yarattığını biliyordum. Sem ile sem arasındaki paradoksa gönüllü teslim olmaya hazırdım. Sem’in semi de iksiri de Semender söylencesinin büyük müjdesiydi benim için. Adamakıllı hayatla adamakıllı ölüm arasındaki hassas çizgiydi benim için bu müjde. Kanadı kırık bir kuşu onarmak için gelmişti sanki Sem. Kırılan menekşeyi bol toprakla saksısında dikleştiren Haberci; çekildiği zaman, uçurumlarda paramparça olacağım bir kelebek gücüydü benim için. Çıldırtan bir dünyanın tehlikeli eşiğinde ona yaslanmıştım artık. Çekilirse yıkılacaktım…*