Sovyetler Birliği’nde, 1917 Ekim Devrimi’nden sonra patlak veren iç savaşta, Kafkasya’nın Kuban bölgesinde isyan eden Kazaklar tarafından yerlerinden yurtlarından edilen on binlerce insan göç etti. İsyancı Kazaklar arkalarından kovalıyor, yolları üzerinde başka düşmanlar da bekliyordu: Almanlar, Kadetler, Menşevikler, karşı-devrimciler... Tek umutları, ufukta, görünmez uzaklıkta, mavi sisler içindeki Kızılordu’yla birleşmekti. Genç, ihtiyar, çocuk, kadın, asker, sivil bu insanlar, günlerce kızgın göğe asılı duran, gözleri körleştiren yakıcı güneş altında, aç-susuz, dipsiz kuyu gibi sessiz ve karanlık Kafkas gecelerinde savaşmayı sürdürerek, olanca hızlarıyla ilerliyorlardı. Süngüleri demirden, iradeleri demirden, devrime ulaşma azimleri demirdendi. Demir Tufanı gibi, önlerine çıkan engelleri yıkıyor, demir seli gibi ileri, hep ileri akıyorlardı.
Aleksandr Serafimoviç’in bu olayı anlatan, sonradan tüm Devrim’in, tüm devrimci halkın simgesine dönüşüp destanlaşan Demir Tufanı romanı, Ekim Devrimi konusunda yazılan ilk romanlardan biridir. Bu eserle birlikte, yeni devrimci edebiyatın ilk anıtsal kahramanı, ilk halk önderi imajı da doğdu. Kitlelerce liderliğe seçilen, kitlelere kopmaz bağlarla bağlı, köy kökenli Komutan Kozhuk, sarsılmaz iradesi, yiğitliği, demokratik düşüncesiyle savaşan tüm halkların evrensel, örnek öncü tipidir.