Kalabalığın ortasına düşmüş bir adam hayal edin. Kimi koluna girmiş, kimi yakasından, kimi paçasından tutmuş, kimi tehdit ediyor, kimi yaltaklanıyor, kimi dileniyor fakat hepsi ama hepsi ondan hırsızlık yapmasını, birilerine haksız kazanç sağlamasını, birilerini hak etmedikleri mevkilere getirmesini ya da hiçbir hakları olmayan meselelerde kendilerine kanun karşısında koruma sağlayacak bir ruhsat vermesini istiyor. Sonra bu kalabalıklar evlerine dönüp şu türden cümleler kuruyorlar: ‘Bütün siyasetçiler hırsız!’ Nereden mi biliyorlar? Çünkü az önce o hırsızlığı birlikte yaptılar. Böyle bir hengâmenin ortasına düşmüş, yolsuzluk yapması için her gün sıkıştırılan bir adamın önünde sonunda yolsuzluk yapacağını söylemek istemiyorum. Ben çok daha acı bir şey söylemek istiyorum: Dürüst bir şekilde davranan bir siyasetçinin bu tavrını, *Doğru olan buydu.* değil de *İşimizi yapmadı.* şeklinde değerlendiren kitle; *Çalmayan ve yolsuzluk yapmayan bir siyasetçiyi asla affetmez!’
Çıkar gruplarının, karanlık örgütlerin, uluslararası sermayenin baskıları karşısında ayakta durabilmek için halkına yaslanmak zorunda kalan fakat en ağır darbeleri ne yazık ki buradan yiyen bir adamın serzenişleri olarak görmeyin anlatacaklarımı. Türkiye’nin bütün kurumlarıyla birlikte pençesine düştüğü bu yolsuzluk bataklığının kaynağına doğru bir yolculuk olarak düşünün. (Yakup Bilgin Koçal)