-Beni iyi dinle küçük adam, yolun sonu bir mi değil mi, bilmiyorum ama biz Türk milliyetçilerinin dokuz ışığı vardır. Bunlar bizim vazgeçilmezlerimizdir. Şimdi sen bu ışıkların ne olduğunu soracaksın. Zamanla anlatırım. Ama sen şöyle düşün, herkesi çok severiz. Bütün insanları severiz.
Anne babamızı ailemizi herkesten çok severiz. Önce onların iyi olması mutlu olması bizim için önemlidir. Anladın mı?
-Bu söylediklerini anladım. Sen sağcı mısın, solcu musun?
-Sağın solun bir anlamı yok, biz Türk milliyetçileriyiz. Siyasetin bu şekilde adlandırılmasına hep karşıydık ama basın ve politikacılar bizi sağ yana koydular,
-Benim anlayacağım şekilde anlat amca, sağcı mısınız?
O zaman babam da sağcı öyle mi?
-Evet.
Mahmut oturduğu yerde kıpırdandı. Hala aklındaki soru işaretlerini yenemediği çok belliydi.
-Peki solcular en çok ailelerini sevmiyor da herkesi eşit mi seviyor?
Ziya o an ne diyeceğini bilemedi.’
Yaşanmışlıkların gölgesinde yapılan kurguların yazıya dökülmesiyle kurulan küçük dünyalarımız, kitaplar. Olaylar, kişiler ve mekanların gerçeklerle ilişkisi olmasa da hep aynı soruyu sorarız, bu kimin hikayesi? Bir dönemi yaşamış herkesin hikayesi. Adı geçen kişilerin elbette izlerini taşıyan bu roman, bir kurgudan ibarettir. ‘Sağım solum sobe, saklanmayan ebe’. Saklambaç oynayan yetişkinlerin hikayesi.
Yazmam konusunda teşvik eden ve cesaretlendiren tüm dostlarıma, beni derin uykudan uyandıran babama, ilkokul öğretmenime, eğitimime katkıda bulunan tüm hocalarıma ve tüm sergilerimin afişlerini hazırlayan, bu kitabımın da kapak tasarımını yapan yetenekli kardeşim Selman Kıran’a teşekkür ederim.