Babası tarafından hasta olduğuna inandırılıp karanlık bir odada, güneşten, açık havadan uzak yaşamaya mahkûm edilen Elizabeth Barrett, Victoria Dönemi’nin en ünlü şairlerinden biriydi.
Robert Browning’le olan aşkları ve kendi hayatlarını kurmak üzere Floransa’ya kaçışları, Avrupa edebiyat dünyası için hâlâ ilgi çekici, destansı bir başlıktır.
Barrett ve Browning’in mektupları Virginia Woolf’un eline geçtiğinde, muhtemelen herkes gibi o da hayranı olduğu Elizabeth Barrett’ı merkeze alan bir metin yaratacağını düşünmüştü. Fakat rivayete göre, Barrett’ın köpeği Flush hakkında yazdıklarını o kadar etkileyici bulmuştu ki hikâyeyi onun üzerine kurgulamaktan kendini alamadı.
Flush, bugüne dek sessiz kalan dostlara söz hakkı vererek aşkı, mutluluğu, mutsuzluğu ve hatta aristokrasiyi, sınıfsal farklılıkları, kısacası dünya düzenini onların gözünden anlatan, benzerine az rastlanır bir roman.