Gazeteciliğe ilk adımını attığında, aklında ne kaçırılmak, ne gözaltına alınmak, ne hapse girmek nede bir arkadaşını yitirmek vardı. Hele hele durduk yerde ``Terörist`` ilan edilmek, hesapları arasında hiçmi hiç yoktu. Onun için gazetecilik, saygınlığı olan, toplumu aydınlatan, ona bilgi sunan bir faaliyetti; bu nedenle takdir edilmeli, yok edilmemeli ve korunmalıydı. Ancak yıllar sonra anladı ki, aslında Türkiye`de gazetecilik, devlet denen aygıtın, kendi reklamını yaptırma gayreti içinde olduğu bir araçtı. Etik davranmak ve objektif ol, yazdığın haberlerle övüldüğünü sananlar senin sırtını sıvazlarken, kötülüğüne çalıştığını düşünenler ise, seni yok edmek için iş başında idi.
Adil, yazdığı haberler nedeniyle gözaltına alındı; hapislere girdi, ölümle tehdit edildi, kaçırılmak istendi, işkencelerden geçirildi ve en önemlisi, birlikte aynı büroda çalıştığı bir arkadaşını, tanışmasının daha ikinci ayında faili meçhul cinayette kurban verdi. Polis, yazı yazdığı daktilonun uçlarını ``Apo`` adını yazması bahanesiyle büyük bir kinle kırdı, üzerine çıkarak daktiloyu postallarıyla ezmeye çalıştı. Postalların dibindeki tüm pislikler tuşlara yapıştı. Büroları, çatışmalarda kullanılan lav gibi iri silahlar ve bombalar taşıyan özel timlerce arandı. ``Sosyalist`` ve ``Komünist`` kitaplar değil, ama Kürtlere ait her tür kitap suç delili sayıldı. Her 15 günde bir periyodik aranan bürolarındaki, arşivlerindeki kitaplara ``yasak`` dendi. Herhangi bir yazı yazılmamış beyaz kağıtlara dahi ``şüpheli`` diye el konuldu.
Dönemin Başbakanı Tansu Çiller ve İçişleri Bakanı, Meclis kürsüsünden yaptıkları bir konuşmada, Özgür Gündem gazetesinde çalışanlar için, ``cebinde gazeteci kimliği bulunan teröristler`` tanımını yaparak , bu talihsiz tarifle hedef tahtasına oturttu, bir çok arkadaşı faili meçhul olaylarda yaşamını yitirdi, tutuklandı, sürgün yollarına düşmek zorunda bırakıldı. Yıllarca inkar edilen köy boşaltma haberlerini yazdığında, polis her gözaltına aldığında, ``yanlış haber`` diye hesabını cop ya da tazyikli su kullanarak sordu. Oysa daha sonraları devlet yetkilileri 4 bin köyün boşaltıldığını kabul etti. Onlardan; hep susmaları hiçbir şey olmamış gibi davranmaları ve bulundukları yeri terk etmeleri istendi.
Kamuoyunun aydınlanması için doğruların yazılması gerektiği inancını ilk günkü gibi koruyan Adil; şimdi bir dönemin sabıkalısı ``derin devleti``, ``çeteleri``. ``iyi çocukları``, ``Kızıl Elmacıları``, ``kodu mu oturtan komutanları``, ders olsun diye sağa sola bomba attıran generalleri``, ``Şemdinli`` yi, ``Uludere``yi `` Uludere`yi ve en çok ihtiyacımız olan ``barışı``ve ``dostluğu`` yazıyor. Adil Harmancı; ``Zorlu, ama bir o kadar da anlamlı geçen 13 yılda yaşadıklarımın önemli bölümünü bu kitapta topladım. İster anlaşılalım ister anlaşılmayalım, çok iyi biliyorum ki, özgürlük ve eşitlik uğruna çıkılan yürüyüş de, bizim habercilik çabalarımızda sürecek. Gazetecilikte yaşadığım kimi anılarımı ve gözlemlerimi sabırla okuyacak olan her okura şimdiden teşekkür ediyorum `` diyor.