Masallara öylesine meftunuz ki gece gündüz onları dinliyoruz, hepsinin de bir sonu var ama mutluluk ya da kederden değil bitişleri, bizim için cazibeleri kalmadığında sanki hiç olmamışlar gibi yokluğa karışıp giderler… Gelgelelim hiçbir masaldan sonra kendi dünyamızın hoyrat gerçekliğine dönmeyiz. Biri bitmişse bizim için kalkıp yeni bir masalın yörüngesine gireriz. Peki, o vakit hangi ara kendi hayatımızı yaşıyoruz? Bize hiç teşrif etmeden bizden geçip giden hayatımızı zaten yaşayamayız ama kendimizin de bir masal olduğunu anladığımız gün belki yapabiliriz bunu…
Gerçekten ait olduğun toprakları mı istiyorsun ve ruhunu ve sevdiğini… Öyleyse Kalbin Şehri’nedir yolculuğun. Gönlünü kendinden sürgün ederek tutkuyla sarıp sarmaladığın ne varsa ardına bırakıp gideceksin. Göğe bakarak hatırlayacaksın unutulmuş her şeyi. İçtenliğini yitirdiğini anlamanın cenderesinde ağlayarak bulacaksın yolunu. Kalbin Şehri’ne vardığın zaman da insan gönlünün etten değil, hiçbir insan elinin uzanamayacağı kadar yücelerde kök salan bir medeniyet yurdu olduğunu keşfedeceksin. Sen, aynaya baktığın yerde değil seni Var Eden’in baktığı yerde bulacaksın kendini.
Türk Romanı üçleme geleneğine yeni bir eser daha kazandırıyoruz. Daka, bir üçlemenin üçüncü romanı. Gangaster Daş ve Benlik Avcıları romanlarının ardından yazarın zirveye taşıdığı bir ustalık eseri olan Daka, sadece karakterleri ve kurgu zinciri itibariyle değil çok katmanlı anlatımıyla da muhteşem bir üçlemenin üçüncü kitabıdır. Bu eserler zaman içinde çok geniş bir okur kitlesiyle buluşacak ve çok konuşulacaktır.