Sabahattin Ali’nin yalnız usta bir roman ve hikâye yazarı değil aynı zamanda hisli bir şair olduğunun kanıtıdır Dağlar ve Rüzgâr. Kaleme aldığı mısralar yüreğini yakıp kavuran ıstıraplarını dindirebilmiş midir bilemeyiz ama bu ıstırapların bizim yüreğimize kadar ulaştığı da bir gerçektir. Hangimiz vurgun yemiş gönlünü teselli için ona şöyle seslenmemiştir:
“Başın öne eğilmesin,
Aldırma gönül, aldırma;
Ağladığın duyulmasın,
Aldırma gönül, aldırma…”
Yahut aşk acısı tahammül edilmez hâle geldiğinde hangimizin dilinden şuna benzer bir sitem dökülmemiştir?
“Hangi derdimi anayım?
Aşka nasıl dayanayım?
Yandım, daha mı yanayım?
Yetmez mi gönül, yetmez mi?”
Keder çengeline takılıp kalan zamanın bizim için de geçmek bilmediği, duvarların üstümüze üstümüze geldiği anlarda dilimizi şu mısraları söylerken bulmaz mıyız?