Çürük ağrısı duymayan bedene yas tutun
Belki ölümdür yasla anılan
Belki yastır ölümü çağıran
Ayrılıktır kesin, her yasta dile dolanan
Çürük ağrısı sarmış kalbe çıkan kapıları
Kalbin yasına karşı duvarda
Kendi silik gölgesi seyirci
Ülkemin kalbi neresi?
Bir bezle silmek gerek
Başlayan çürük lekesini
Bir beyaz mendili tutarak yüzüme
Başlarım yoksa yasına çürük lekesinin
1968 yılında Karadağlı Zühre ninem öldüğünde babamı gördüm bir köşede, çömelmiş çalı dibine, yüzünü dönmüş güneşe, iki eliyle beyaz bir mendili tutmuştu yüzüne. Fethiye’ye o zaman uzak olan Girdev köyündeydik.
Çocuk aklımla yorumladım hemen. Ya gizliyor herkesten ağlamasını, ay aydınlık da olsa kimse görmezdi ya yüzünü, gün aydınlığında kalabalıktan ayrı acısını yaşarken bir köşede, koruyor yüzünü güneşten beyaz mendilini örtü yaparak…
Aradan nice zaman geçti. Babam da kahırlı bir hayatı bıraktı 1996 yılında Fethiye’de. Haberi aldığım akşam, ilk şiir kitabımın bir ekonomi dergisinde olası tanıtımın konuşmuştuk İşçi Memet’le Beyoğlu’nda (“kıyımın kıyısında” kitabımda var az bir hikâyesi)… Duyunca ölümü, bilemedim kime kızayım, elimde vardı bir ince şiir kitabım, hıncımı ona yükledim…
Fethiye’de mezarlıkta, herkesin gitmesini bekledim. Son kez konuşmak için taze mezar toprağındaki toprak babamla. Gitti herkes. Bir yaşlı adam dışında. Babamın çok eski bir “efelik” arkadaşı. Kırk yıldır konuşmadığı. Herkes uzaklaşınca mezardan, mezarlıktan… çıkardı cebinden bir beyaz mendil, çömeldi mezarın başına, döndü yüzünü güneşe, tuttu mendili iki eliyle yüzüne. Epey bekledim. O da hep kalacak gibiydi orada yüzünde mendiliyle, ayrıldım çaresiz; mezarlık kapısında başsağlığı için bekleyenler vardı.
Öğrendim ki hemen sonra dönünce İstanbul’a; güneşte yüze tutulan beyaz mendil, bir büyük yasmış kadim Asya dinlerimizde ve kültüründe…
Yası örten mendil ne küçüktü, onca büyük acılara!