Tükendi
Stok AlarmıPOLİTİK OLAN, POETİK OLANDAN BAĞIMSIZ MI?
‘Gavurun aklı olsa Müslüman olurdu’ demişti İsmet Özel. Meseleyi başladığı yerde tek cümleyle bitiren bir netlik bu. Doğru söz. Ama doğru ağızdan çıktığı için… Hangi ağızdan çıktığını niye önemsiyoruz? Çünkü her şeyde olduğu gibi burada da bir ‘hakkı verilmiş’ levhası arıyor gözümüz. ‘Yalnız doğurandır doğruyu bulan’ dizesinin öğrettiği gibi.
Savaş Barkçin’in tam da bu sayımızda dile getirdiği şekliyle, ‘Mevlana’yı okumamış birinin Nietzsche’den söz etmesi aymazlıktır.’ Sanması da diyebiliriz. Zaten söz edemez. Sanrıdır o ve bilginin değil inancın konu-sudur. Putperestliğin de bir inanç olduğunu unutmayalım.
Örneğimizi, hepimizin ‘anlamakta zorlanmak’ konusunda zihin netliğine sahip olduğumuz bir Batılı isim üzerinden verelim; Kant. Anlamakta zorlandığımız konusunda zihnimiz net. Neden zorlandığımız konu-sunda o denli bir netliğe sahip olamayışımızın izahı bu. Bunun teorik zemininin adını da koyalım; Kant’ı anlamak için Kant’tan önce bir şeyi anlamak gerekiyor; kendini! Anlamak ve bilmek. Bir ‘varlık alanı’, ya-hut hareket noktası olmayan bir ‘yer’ için başka bir ‘yer’e hareket yoktur çünkü. Sonrası da var elbette; Kant’ın sorunlarını gerçekten -ama gerçekten, fiziksel düzeye varacak şekilde- sorun olarak alabilmek. Hikâye orada başlar. Papağan olmaktan bizi koruyacak şey budur. Aksi halde çoğunlukla yalnız iki şey var-dır; zorlanmak ve papağan olmak.
Elbette şunu biliyoruz; bu şarkı, dedemizden kaldı bize. Ve oldukça uzun. Biraz göz kamaşması biraz da yolunda gitmeyen her şey için bir çözüm arayışı. Durduğumuz yere göre değişen ifade şekilleriyle açıkla-nabilecek uzun bir süreç. Dünyaya fazlaca meyletmenin bedeli de diyebiliriz olan bitene, dinden uzaklaş-ma da diyebiliriz, dine fazla yaklaşma da… Okumalar değişiyor olsa da somut sonuçlar ortada; Batı baskı-sında kurulmuş bir dünyada yaşıyoruz ve bu dünya gücün, hukuk başta olmak üzere, her şeyin yerini aldı-ğı bir dünya. Göz kamaştıran parlaklığı, içindeki gözyaşlarını gizliyor değil. İnsanlığın geri kalanının görme-meyi tercih ettiği bir düzen bu. Ve görmeme tercihimizin sebebi, bize verdikleri parıltılı boncuklar ve iP-hone 16’dan başkası değil. Bize teknik ve gelişmişlik verdiklerini söyleyenler, bizden ne aldıklarını da söy-leyecekler mi? Biz soralım;
Transatlantik Köle Ticareti’ni yüzyıllar boyunca kim işletti? Büyük Bengal Kıtlığı sırasında 10 milyon insanı kim öldürdü? Patates Kıtlığı yüzünden bir milyon İrlandalının kanları kimin elinde? Boer Katliamı sırasında on binlerce çocuğu kim öldürdü? Siyah Savaş’ta Aborjinleri kim yok etti? ‘Çalınmış Kuşaklar’da 30 bin ço-cuğu kim çaldı? Afyon Savaşları’nı kim başlattı? Mau mau isyanı kimin yüzünden çıktı? Almanlar 250 bin Tanzanyalı’yı kimin desteğiyle öldürdü? Daha dün Irak’ın İşgali’nde 1 milyon insanı öldüren Amerikalılara kim yardım etti?
Bu soruları, 8 puntoyla tüm Cins Dergisini kaplayacak şekilde çoğaltabiliriz. Burada saydığımız ‘vahşet, kaos ve vicdansızlık’, belirli bir tarih aralığında İngilizlerin yaptıklarının sadece bir kısmı. Küçük bir kısmı. Geliştir-dikleri silahlarla dünyayı sömüren, sömürüyle elde ettikleri güçle daha gelişmiş silahlar inşa eden ve o silahlarla başta Afrikalılar olmak üzere tüm dünya halklarını hayvan gibi boğazlayan yüksek bir ulusun gü-nah defteri bu.
İngiliz-Yahudi Medeniyeti’nin dünyaya verdiklerinin dünyadan aldıklarına kıyasla hiçbir şey olmadığını fark etmemiz ve bu vahşet makinasının arkasında çalışan aklın makyajını dökmemiz gerekiyor. Ama önce ‘kendi’mizi görmemiz… Bu olmadan o olmaz çünkü. Başka hiçbir şey de.
Buraya Garaudy’den bir alıntı gelebilir, Cemil Meriç’ten de. Biz Meriç’i tercih edelim:
“Zavallı Türk aydını… Batılı dostları alınmasınlar diye hazinelerini gizlemeye çalışır. Sonra unutur hazineleri olduğunu. Düşmanın putlarını takdis eder, hayranlıklarını benimser. Dev papağanlaşır.”