Boyun eğerek sürdürülen bir yaşamda hayallere ulaşmak ne kadar mümkün olabilir?
‘’Ne düşünüyorum biliyor musun? Her şeyden vazgeçip gitmeyi. Senden, çocuklardan, hayattan. Kendimden. Düşünsene, açıp kollarımı atlıyorum yüksek bir yerden. Öyle hızlı düşüyorum ki rüzgâr bedenimi örten tüm kıyafetleri söküp atıyor. Çırılçıplak ve paramparça oluyorum.
Sonra benimle beraber dünyadaki bütün kötülükler de zerrelere ayrılıp yok oluyor.
Ne dersin? Kurtarayım mı masumları?’’
‘’Sen bir çil kuşunun avcısı olmaktan daha ileri gidemezsin!’’
Daha küçücükken sevgiden yoksun kalmıştı. Oysa yalnızca sevsin diye yaratılmıştı. İnsanı, hayvanı, doğayı sevsin diye… Peki, yalnızca o mu görevlendirilmişti sevmekle? Bunca zamandır sevgisizliğe karşı verdiği savaştan arta kalan sızıları gökyüzünden bir melek gelip dindirir miydi acaba? Ne var ki bu bitmek tükenmek bilmeyen eksiklikler ve sıkıntılar genç kızda tükenmişliğin tam tersine, çoğalan bir çaba, bir güç gösterisi haline gelmişti. Açık açık uğradığı haksızlıklar, incinen gururu ve kırılan kalbi vaktinden önce olgunlaştırdı ruhunu.