Ünlü fizikçi Albert Einstein’ın “3. Dünya savaşında hangi silahların kullanılacağını bilmiyorum ama 4. Dünya savaşında taş ve sopalar olacağını biliyorum” dediği rivayet edilir. Bir büyük bilim insanına bu sözleri söyleten gerçekliğin, dünyayı birkaç kez yok edecek güçte silahların -“atom bombası”- üretilmeye başlanması olduğunu tahmin edebiliriz.
Yeryüzünün tarihinde son iki yüzyıl, insan türünün faaliyetlerinden kaynaklanan sayısız felakete sahne oldu. Sömürgeleştirme kırımları, iki “Dünya Savaşı” ve soykırımlar, “atom bombası”nın icadı ve Hiroşima, Nagazaki’de “denenmesi”, sonrasında “nükleer güc”ün “barış için” kullanılmasına karar verilerek “nükleer enerji santralleri”nin açılması, ozon tabakasının delinmesi, okyanuslarda 7. Kıta olarak adlandırılacak büyüklükte bir Çöp Kıtası’nın oluşumu, ormansızlaşma, yeni kimyasalların her yere sirayet etmesi ve nihayetinde, artık kesin gözüyle bakılan, iklim krizinde kritik eşik olan küresel iklim değişikliğinin 1,5 derecelik ısınmanın gerçekleşmesi…
Her gün milyonlarca insana ve başka canlı türlerine kıyameti yaşatan bütün bu felaketler silsilesinde bir halka olan Çernobil Nükleer Felaketi, nükleer gücün “barış” için kullanılmasının bile mümkün olmadığını gösteren, başta Karadeniz Bölgesi olmak üzere Türkiye’yi de büyük oranda etkileyen ve etkileri hala süren bir felaket. Emperyalist (ve) kapitalist ülkelerde Çernobil, komünizm karşıtı propagandanın başat konularından biri olarak işlenmesine karşın, yeni nükleer santrallerin açılması, daha güçlü nükleer bombaların yapılması hız kesmeden sürdürüldü. Bu süreçte birçok yeni nükleer felaket gerçekleşti. En sonuncusu da Fukişima’da oldu.
Olay anında ölenlerin sayısından çok felaket sonucu yayılan radyasyonun uzun vadede kanser vakalarında yarattığı artış, bu santrallerin atıklarının hiçbir şekilde güvenlikli olarak bertaraf edilememesi, hem inşalarının hem de sökümlerinin olağanüstü maliyetleri gibi birçok olumsuzluğun ortaya çıkmış olmasına rağmen “nükleer balayı” devam ediyor. 2. Dünya Savaşı sonrası “barışçıl amaçlar” için kullanılacağı vaadiyle başlanan nükleer güç santralleri şimdi de iklim krizine çözüm olarak inşa edilmeye devam ediliyor.
Çernobil Felaketi karşısında Türkiye’deki hükümet sözcüleri “birazcık radyasyonlu çay iyidir” diyerek televizyonlarda halkın karşısına çıkıp çay içerken, yolsuzluklarla, ekolojik suçlarla damgalı AKP iktidarı, “Evdeki mutfak tüpü de riskli” diyerek Akkuyu ve diğer Nükleer Güç Santrali projelerini savunmaya devam ediyor. Akkuyu Nükleer Güç Santrali, hukuki, bilimsel karşı koyuşlara ve kamuoyu muhalefetine rağmen bitirilmeye çalışılıyor.
Elinizdeki Çernobil kitabı bütün bu olan biteni hem görsel hem de yazılar ile ele alıyor, sorguluyor, nükleer felaketin güncelliği konusunda bizi uyarıyor, göreve çağırıyor. Fotoğrafçı Emin Altan’ın birkaç defa ziyaret ettiği Çernobil’de çektiği fotoğraflar felaketin büyüklüğü ile birlikte yok ettiği insanların hikâyelerine ve ideallerine tanıklık ediyor. Aslında hiçbir söze gerek bırakmayan bu fotoğraflara eklenen Günther Anders, Slovaj Zizek, Michael Löwy ve Martin Cohen, Emin Altan, Öner Kurt ve Gülçin Yapıcı, Mehmet Özdağ, Eda Sezgin, Foti Benlisoy, Pınar Demircan, Osman Özarslan, Özgür Gürbüz ve Cemil Aksu’nun yazıları ise felaketin sadece Çernobil’den ibaret olmadığını, hatta sadece nükleerden de ibaret olmadığını, sürekli felaketler yaratarak ilerleyen bir sistemin değişik boyutlarına işaret ediyor.