Tükendi
Stok Alarmı... Dört on iki dokuz yüz kırk beş... Öğretmenlerin ve hattâ üniversite profesörlerinin siyasî yazı yazmasını ben mi yasakladım?! On beş on iki dokuz yüz kırk beş... Örfiidareye seçimlerin tenkit edilmesini ben mi yasaklattırdım?! Yirmi dört yedi dokuz yüz kırk altı... Açıldıklarından, kurulduklarından üç. beş ay sonra, Sosyalist Parti’yle Türkiye Emekçi ve Köylü Fırkası’nı yine örfiidareye ben mi kapattırdım?! On altı on iki dokuz yüz kırk altı... İlkmektebi bitiren çocuklara din dershanesi açılabileceğini ben mi bildirdim?! İki yedi dokuz yüz kırk yedi... Ankara’da komünizm aleyhtarı nümayişleri bana mı sorup tertip ettirdiler?! Yirmi yedi on iki dokuz yüz kırk yedi... Senelerce bir dinimiz yokmuş gibi yaşadıktan sonra, ehil olmayan kadrolarla İmam-Hatip kurslarını ben mi açtım, okullarda din derslerine öğretmen diye beni mi tayin ettiler?! On dokuz iki dokuz yüz kırk sekiz... Zavallı Sabahattin’i... Sabahattin Ali’yi iki satır yazı yazdı diye ben mi ortadan kaldırttım?! Bir dört dokuz yüz kırk sekiz... Birer mimarî şaheseri olun türbeleri harabeye çevirdikten sonra, sanat kıymeti taşıyorlar diye ben mi tekrar açtırdım ve bu ucube harabeleri birer türbe, zannettim?! Bir üç dokuz yüz elli... İki gözüm, hangi birini sayayım...‘Geçmiş, bir daha geri gelmeyecek zamanlar’ mı yoksa, Selim İleri’nin çok sevilmiş roman kahramanı Cemil Şevket Bey’in tanıklık ettiği gibi, II. Abdülhamid / İttihat ve Terakki dönemlerinden 12 Eylül’e hep aynı, boğucu, durakalmış zaman mı?