Arabadan indirildim, birkaç adım bahçede yürüdükten sonra gri renkle boyanmış binadan içeri girdik. Uzun bir koridordan geçtikten sonra hücrenin kapısı açıldı ve içeri atıldım. İçerde korkunç bir koku tokat gibi yüzüme çarptı. Kelepçem açıldı ve kapı üzerimde kapandı. Hücre dört metre uzunlukta, iki metre genişlikteydi. Sıvası dökülmüş, duvarları nemliydi. İçerde ne su ve ne de tuvalet vardı. Hücrenin tavanına yakın küçük bir pencere vardı. Pencere demir parmaklıklarla kapatılmış ve camı kırılmıştı. Demirler paslanmış, pencerenin kenarları kuş pisliğiyle dolmuştu.
İçerde kâğıt, boş sigara paketleri, sigara izmaritleri, bir kaç şişe, ortalıkta dolaşan böcekler ve leş gibi koku saçan askeri renkte battaniye vardı.
Duvar üzerindeki çiziklerle birçok yazı yazılmıştı. Duvar gazete sayfalarına dönüşmüştü. İnsanlar dilek ağacına bir şeyler nasıl ki asıyor, oraya giren herkes bir şeyler yazmıştı.