Derler ki Habil’in son nefesi,
Züleyha’nın gözünden süzülen ilk damla,
İbrahim’e sarılmış gül dalı,
Nuh’un gemisindeki ilk can, İsa’nın çarmıhındaki çivi,
Musa’nın asasındaki deniz, Ali’nin Zülfikâr’ı,
Mevlana’nın Şems’idir şiir.
Derler ki tek kurşunu kalmış bir silah, son nefesini vermek üzere olan bir kumru, köprüden önceki son çıkış, köprüden önceki ilk çıkış, köprüden önceki tek çıkıştır şiir.
Oysa şiir, damlada deryayı arayıp deryada Yunus’u, sahrada Leyla’yı arayıp Leyla’da Kays’ı, kör kuyularda sevdayı arayıp karanlıkta Yusuf’u bulmaktı.
Oysa şiir, maddede manayı, manada Dünya’yı,
Dünya’da yokluğu, yoklukta vücudu, vücutta vahdeti inşâ etmekti.
Ama bir *Kalender* gerekiyordu şiire ve şiir,
Barış Doğan adıyla var etti kendini yeniden.
*Gözlerin* ile başlayıp *Can Kırığı* ile devam eden başucu eserleri serisini *Can Ağrısı* ile taçlandıran bu büyük şairin kapağına iki satır karalamak da bir garip şaire nasip oldu büyük bir onurla. İyi ki.