İnsan sevmeye başladığında pek çok şeyi göze almış oluyor. Acıyı, ölümü̈, gurbeti; daha beteri de ayrılığı kucaklayıp basıyor bağrına. Sevmek örselenmeyi, yaralanmayı kabul etmek; yara açacak birine peşinen rıza göstermek demek. Aşk *ben*den fazla sevilesi bir *sen* bulmak, ceht ve gayretle ona tutunmak demek. Belki de çoktan vuslata ermiş, belki de sevdanın rengine boyanmışızdır.
Acıyla, ölümle, gurbetle yoğrulmuş bir tarihin; insanların yaprak gibi döküldüğü bir *güzün* ortasında aşka ve umuda çağırıyor Bir Rüzgâr Geçti.
İlk romanı Lilipar’dan sonra yine enfes bir dil ve kurgu ile çıkıyor okurun karşısına Özkan Gül ve 80’li yılların o kasvetli havasında gelişen bir *aşk*ı; farklı iklimlerle, *rengarenk* coğrafyalarla, hüzünlerle, korkularla ve sevinçlerle birlikte sunuyor.
Sadece bir *aşk*ın hikayesi değil; acının, umudun, hayatın ve bir *memleketin* hikayesi: Bir Rüzgâr Geçti.