Bir zamanlar, "Önce kendi ayaklarının üzerinde durmalısın" lafı popüler olmuştu; çünkü hayat bir yürüyüştü. Ve bir yerlere yaslanmadan, kendi kararlarına dayanarak yürümeye başlamanın ilk adımı buydu. Zamanla ayaklarımızın üzerinde durmanın pek de marifet olmadığı, bastığımız yerin neresi olduğu, sağlam olup olmadığı, daha da önemlisi, doğru yer olup olmadığı, o zeminden kalkarak hayat yolunda yürümeye değip değmeyeceği sorularını bihakkın tartışamadan popüler söylence unutuluverdi. Bugünlerin gözde kelimesi de "yolculuk". “Yola çıktın ya, işte bu güzel! Yoldasın ya, aslolan zaten yolculuk!” Sözler çok güzel. Peki ya, “Bu gidiş nereye? Yolculuk ne için? Menzili bilmeden "yolcu" olduğunu iddia etmek nedir?”
Yazarımız, kimi zaman bir sohbette, bazen bir okuma esnasında ya da derin bir tefekkür sırasında gönlüne düşenleri not alarak oluşturduğu bu kitapta, derviş kimliği üzerinden sokratik metot kullanımıyla okuyucularına yolu, menzili ve yolculuğu anlatıyor. Elinizdeki eser, “yoz ve karanlık bu dünyada birilerinin gönlünde bir kıvılcım çakıp aydınlıklarına vesile olmayı” amaçlamaktadır.
“Akıl odur ki, yalnızlığı seve. Derviş odur ki, yer gibi ola, üstüne süprüntü dökeler, cümle iyilikleri onda göre.”
Cüneyd-i Bağdadi