Cleary kardeşler arasında olgunluğu ve güçlü kişiliği sayesinde ailesinin trajik ölümünün ve ablası Kacey`nin kendi kendine zarar verdiği dönemin üstesinden gelmeyi başaran ve daha dengeli olan kız kardeş, her zaman Livie oldu. Ama bu dış görünüşün ardında, babasının ona söylediği son sözlere tutunmuş küçük bir kız çocuğu vardı. Babası ona, "Seninle gurur duyayım," demişti. Küçük kız da böyle olacağına söz vermişti.
Ve geçen 17 yıl boyunca her seçiminde, her sözünde ve her davranışında, elinden gelenin en iyisini yaptı. Livie, sağlam bir plan ile Princeton Üniversitesine adım attığında amacına ulaşmakta kararlıydı: Derslerinde çok başarılı olacak, tıp fakültesine yönelecek ve bir gün evleneceği iyi ve saygın bir adamla tanışacaktı.
Planının bir parçası olmayanlar ise Jell O fondipleri, hayır diyemediği cana yakın ve parti delisi oda arkadaşı, tabii bir de erkek kürek takımının muhteşem kaptanı Ashton`dı. Kesinlikle Ashton`dı. O, Livie`nin olmayan sinirlerini zıplatan kibirli bir pislik ve Livie`nin bir erkekte istemeyeceği her şeydi. Daha da kötüsü Ashton, Livie`nin ölçütlerine tam da uyan kişinin yani Connor`ın en iyi arkadaşı ve evini paylaştığı kişiydi. Peki, o zaman Livie neden Ashton`ı düşleyip duruyordu?
Livie kendini, artık üstesinden gelemeyeceğini düşündüğü vasat notlar ve kariyer düşleri ile Ashton`a karşı hissetmemesi gereken duygular içinde buluverdiğinde babasına verdiği sözden ve bildiği tek kimlikten vazgeçmek zorunda kalacak mıydı?