Sonbahar gelmiş, kış hazırlıkları başlamıştı köyde. Tarlasına iyi kötü bir şeyler ekip dikebilenler, kış için şanslı sayılırdı. En azından kışlık bulgurlarını kaynatıp, unlarını değirmende çektirebilenler, kışın bir sıcak çorba kaynatıp, karnını doyurabilirdi. Kimi evlerde genç kimse olmadığından yaşlılar, tarlayı ekip biçemiyor, biçare kalıyordu. Ekip biçebilenler hasadını yapmış, samanını toplayıp kışın hayvanlarına vermek üzere bir kenara yığmış, üstünü de güzelce muşambalarla kapatmıştı. Meryem Gelin ile Gülsüm Ana, ertesi sabah erkenden kalkıp bulgur kaynatacaklar, dama serip kuruttuktan sonra bir kısmını kışın kavurga yapmak için ayıracaklar, geri kalanını da değirmene götürüp düğülcük (ince bulgur) ve kalın bulgur (pilavlık) olarak öğüttüreceklerdi. Tarlasını ekip dikecek mecali olmayan yaşlılar, çocuklara palamut ağaçlarından toplattıkları palamutu kurutup değirmene götürüp öğüttürdükden sonra yapacakları ekmeklerle karınlarını doyuracaklardı mecbur. Palamudun tadı acı idi, palamuttan yapılan ekmeğin tadı da acı idi dolayısıyla. Art arda gelen Seferberlik ve Kurtuluş Savaşı’ndan dolayı, yurt genelinde kıtlık hakimdi. Üstüne üstlük bir de işgal kuvvetlerinin evlere girip yiyecek içecek, ellerinde ne varsa, her yeri talan edip götürmesi sonucu, sivil halk ciddi anlamda sıkıntı yaşıyordu. Ona rağmen elinde kalanlarla cephedeki Mehmetçik’leri desteklemek için ellerinde avuçlarında ne var ne yoksa, ellerinden geldiği kadarıyla Türk ordusuna maddî-manevî yardımcı olmak için gereken her neyse yapıyorlardı.