*Afşin’in en güzel mevsimine yetiştik kızlar.* dedi babaları. Temiz havayı içlerine çeke çeke valizlerini alıp, bundan sonra yaşayacakları babadan kalma tamamı taştan yapılma eve doğru yürümeye başladılar. Devlet Üretme Çiftliği’nin biraz arka tarafında, Afşin Bey İlkokulu’nun yanındaydı baba evi. Okuduğu zamanlardaki gibi duruyordu, okulu. Hiç değişmemişti. Boyası bile aynıydı; tek katlı, sarı boyalı, yer yer boyası silinmiş, duvarların bazı yerlerinde çamurlu ayak izleri, aynı ayrıldığı dönemdeki gibi sanki zamanı durdurmuşlardı. Ön bahçede artık yaşlanmış olan iki akasya ağacı ile işbirliği yapmış zamanı geriye almışlardı. İçinden akasyaya bakıp ağlamak geldi. ‘İkimiz de taze bir fidandık bir zamanlar hatırlıyor musun?’ Uzaktan ne de yalnızlık doluydu okulun pencereleri. Belki de kendine öyle geliyordu. Yüzünü kızlara çevirdi tekrar, elini kaldırarak işaret etti: *Bak, benim okuduğum okul.* dedi. Elindeki valizle bekledi, çocukken oynadığı oyunları, arkadaşları gözünde canlandı. Avluda top peşinde koşan, birbirlerinin üzerinden atlayarak birdirbir oynayan erkek çocuklarını sonra ip atlayan kızları…*