“Kal-u Bela’dan beri vukuu bulan bir nefes seremonisinin incitildiği yerden, Adem’den, Havva’dan ve Hallac-ı Mansur’dan soyutlanmayan bir aşk gibi, sevda gibi adalet! İsa’dan bu yana, Musa’dan bu tarafa kelepçelenmiş, cinayete kurban gitmiş bir adalet! Vurgun gibi adalet! Od gibi adalet! Tiran gönüllerden viran kalplere uzanan bir adalet! Yaratılıştan varoluşçuluğa çarpan adalet! Diyalektik terminolojiden kopan adalet!
İşte şimdi sırça aklımızdan ve işte yapay gönlümüzden çığ gibi düşen nefret…
Salgın gibi güz... Susamış gibi evren ve mevsim gibi değişken; tuvallerden kaçan renkler gibi firari. Öncelerden sığınan, sığınak gibi görkem! Şahit olun! Bu; bir döngünün dönülmeyen döngüsü…”