*İşkence ekibi o kadar iyi eğitilmişti ki neredeyse mükemmel suçlar işliyorlardı.* 70’ler ve 80’lerde Avrupa’daki öğrenci ve emekçi eylemlerine hükümetlerin cevap çabalarının sonucunu anlatırken bunu söylemişti bir İtalyan avukat. Bizim ülkemizde de bütün temiz ruhlarıyla kendilerini yozlaşmış dünyayı değiştirmeye adayan ve sosyalist ütopyanın peşinde koşan kuşaklar oldu. Elinizdeki kitap, 12 Eylül cunta "personeli"nin eline düşmüş tutuklu bir devrimcinin fırsat buldukça tuttuğu küçük notların derlenmesiyle oluştu. O ve arkadaşları, cuntanın onayladığı *ek sorgulama teknikleri*ne tabi tutuldular. Dünyadan koparılmış halde, gözleri kapalı, haftalarca her türlü şiddete, uykusuzluğa, ölüm tehditlerine, hakaretlere, cinsel aşağılanmaya maruz kaldılar. Gürsel Şamiloğlu’nun insanlık onurunun özüne doğrudan bir saldırı olan işkenceyi ifşa eden bu romanı aynı zamanda insan ve tutuklu haklarıyla ilgilenen herkes için vazgeçilmez bir belge niteliğinde. Marx, Kapital’in birinci cildinde sermayenin "dünyaya tepeden tırnağa her gözeneğinden kan ve pislik damlayarak" geldiğini söyler ya, Şamiloğlu’nun bu değerli kitabı da aynı sermayenin iktidarını kan ve pislikle sürdürdüğüne dair sonsuz örnekten biri.
*Bir Gün Döneriz Elbet! Bu duygu 12 Eylül Askeri darbesini yaşamış, sıkıntısını çekmiş her insan için geçerli bir duygu sanırım. 12 Eylül elbette ilk değildi ama militer bir cumhuriyet sisteminin içine doğmuş, coğrafyasını tanıyan her muhalif ve her devrimci için ilk olmadığı halde en ağır darbeydi. Umutları, heyecanları, değiştirme isteğini, varoluş nedenimizi ezip geçen bir darbeydi. Gürsel Şamiloğlu, böyle bir askeri darbeyi tüm ağırlığı ile yaşayan devrimcilerden biri. ‘Söz uçar yazı kalır’ derler. Yazmaya çok alışık olmayan bir toplum olarak, Şamiloğlu’nun romanının önemi çok büyük bence. Bir dönemi, devrimci duyguları, insani duyguları, arkadaşlığı, ihaneti ve en önemlisi hiç bitmeyen *devrimci umudu* bulacaksınız bu kitapta. Teşekkürler, Gürsel Şamiloğlu!*
- Eren Keskin