Kumların içinde sağa sola yalpalayarak birkaç odun parçası bulabilmek ümidiyle koştururken az ileride, her halinden derviş olduğu belli olan bir zat görmüştü. Sevinç içerisinde, ona doğru koşmaya başladı. Bu garip kıyafetli adam, daha önce gördüğü hiç kimseye benzemiyordu.
Tam yaklaştığı sırada, o zat: “Ey adı gibi, kendi derviş olan! Nereden gelip nereye gidiyorsun? Döne döne telaş içerisinde neyi arıyorsun?” diye seslendi. Derviş, hiç tanımadığı bu meczubun, kendisine ismiyle hitap etmesine çok şaşırmıştı. Ürkek bir sesle: “Çok üşüdüm, odun arıyorum” diye cevap verdi.
Ardından, karşısındaki bu orta yaşlı kişiye; “Siz ne arıyorsunuz buralarda?” diye sordu. O zat, şöyle cevap verdi:
“Ben Hallac-ı Mansur’um, hani ‘Hakk’tan başka bir şey yok- tur’ dediğim için, türlü eza edilen. Ben Hallac-ı Mansur’um, Hakk’ta fani oldum, ‘Hakk’tan gayrı değilim’ dediğim için darağacında asılan. Ben Hallac-ı Mansur’um, sonsuz bir aşk uğruna, diri diri yakılan.”
“Oysa biz değil miydik, Hakk’ın ‘ol’ emriyle varlığa erişen? Biz değil miydik, Hakk’tan gayrısına ‘yoksun sen’ diyen? Neden yanlış anladılar ki bizi, aşk ile kendimizden geçtik diye mi? Aşk içinde benliğimizi sildik diye mi?”
“Ey Derviş! Ben Hallac-ı Mansur’um, ‘aşk’ için yaratılıp ‘aşk’ için can veren. Dokun ve gör, her zerrem aşktır benim. Sözüm ‘aşk’, ruhum ‘aşk’; arayıp durduğum, hayatımdan olduğum, içinde kaybolduğum, sadece aşktır benim. Sen, ey garip Derviş! Ararsan ateşi, gönlünde ara; bir çölde, rüyada, tende bulunmaz. Derdin Leyla ise sarıl efkâra, sanma ki bulunur, Leyla bulunmaz!
“Ey Derviş! Aradığın ateşin odunu, Yunus’tadır; var Yunus’u bul. O Yunus ki hem gönüldedir hem rüyada hem de ab-ı hayat suyunda...”
“Ölmemiştir; ölmek yoktur bu yolda!”
“Kâinat ki Yunusların aşk ateşiyle ısınan bir yokluk diyarıdır. Kimi, ateşini Yunus’ta, kimi Mevlana’da, kimi ise Gavs-ı Sani’de bulur.”