Durakta otobüs bekliyorsun, etrafın bir yerlere koşuşturan insanlar ile dolu. Sel olmuş akıyorlar… Onları izlerken zamanı düşündün; bu telaşları, yaşamak telaşımızı. İçinden bunun da felsefesini yaptın, yapmasan olmazdı. Zira düşünmek senin işin! O kafayla kulaklığını taktın, Cem Karaca şarkısında “hava bedava, bulut bedava, yaşamak bedava” diyor. Gülümsedin… Zorba geçti aklından, “yaşa be insan” dedin, sirtaki oynadın onunla karşılıklı. Atladın vapura, martıları izledin, mavi göğü, güneşi, “oh be yaşamak” yerleşti içine. Neşeyle martılara simit attın sonra. Tam karaya ayak basmıştın ki şahane bir kahve kokusu geldi burnuna, döndün bu arada yanına dalgın dalgın… Keyif ya da hüzünle gayriihtiyari bir iki laf ettin, sesli düşündüğünü fark etmeden. Evet işte o yanındaki, “kim bu?” der gibi baktığın kişi benim. Sana tamamı ile katılıyorum hatta benim de birkaç sözüm var. Bu kitap tam bir gevezelik hadisesi, kahveni kap gel şekerim. “… Sever misin sohbet masalarını? Ben bayılırım. Sohbet meclisi de denir hani. Karşında her konu hakkında felsefe yapabildiğin, sohbetinden lezzet damlayan insanlar, kişi değil konuların tartışıldığı ortamlar… İnsanı geliştirir, pişirir, düşündürür, zenginleştirir.
İşte o masaları yazılar ile kurdum hep içimde. Sonunda da tüm masaları birleştirmeye, yani yazıları toparlamaya, içine kendi hikâyemi daha çok katmaya karar verdim. Zamanı gelmişti artık… Ve işte buradayız seninle. “Hoş geldik” canım. Sen anlattıklarıma ister kaldırım felsefesi de, istersen kafamda deli sorular diye yorumla. Hangisi içine sinerse. Ben öyle yapıyorum. Sistemle sorunum var; olanlarla, olmayanlarla, gördüklerimle, okuduklarımla, yaşadıklarımla, yaşandığına şahit olduklarımla. En baştan söylemiştim ben bir yengeç burcuyum, en koyusundan ve en delilerinden birisi üstelik. Dünyayı dert edinirim.”