Bazen biri çıkar, geçer Kafdağı’nın karşısına. Kollarını ve bacaklarını sıvar. “Bismillah!” der. İlk adımını atacaktır. Sonra kaldırır kafasını, Kafdağı’nın büyüklüğü karşısında kendini aciz hisseder. Ne yapsa ne etse de o ilk adımı atamaz. Çok zordur, kolay mı ki öyle! Hem Kafdağı bu, kim çıkabilmiş ki o çıksın? Geri dönmek ister. Hem zaten insanlar deli der. “Dön köyüne, boyundan büyük işlere kalkışma.” der. Mantıklı konuşurlar. Ama zaten mantıklı insanların zirvede işi ne ki? Zaten delilik değil midir bu kadar haz veren? Her neyse; zaten yapamayacağını anlar, tırmanamayacağını bilir. Geri dönecektir. Sonra fark eder ki; geri dönüş yok. Geride yol yok ki tırmanmaktan vazgeçsin. Bütün kapılar kapanmış ki çoktan… Ya dağın tepesi, ya dağın tepesidir. Başka çaresi yoktur ki. Eğer olsaydı, geri dönerdi. Çok da deli değildi hem. O kadar delilik de iyi değildir zaten. Tam o anda ilk adımını atar. Çünkü başka çaren yoksa mecbursundur. Çünkü başka çaren yoksa yapamayacağın hiçbir şey yoktur. Çünkü! En büyük güç, çaresizliktir. Eğer çaresizseniz başarmanıza çok az kalmış demektir. Hem ilk adımı atan başarmıştır ki. Tırmanamasa da başarmıştır. Zirveye ulaşamadan düşse de başarmıştır. Çünkü kendini yenmek deveye hendek atlatmaktan daha zordur. Çünkü çaresizlik, kendini yenebilmektir…
İşte umut o zaman başlar. Başkalarının hayal dahi edemeyeceğini sandığı emellere, onları inandırmakla başlar. Bunu kimler yapar? Sadece özel insanlar yapar. Kimdir bu özel insanlar? Yaratılmış olmaya değer görülen her insan özeldir. Sonrası mı? Sonrası kolay, çok kolay…