Top top kara bulutlar, Türkmen Dağı ormanlarından salına salına gelir. Bazen iri yağmur taneleri döver toprağı. Toprak taşlı, ziraat için elverişsiz, ama köylünün gözünde nimet, hazinedir. Bir avuç toprak uğruna, asırlık çamlar, anı ağaçlar, meşeler devrilip açma yapılır, vermeyen topraktan rızık beklenir.
Kışın çamurundan, yazınsa tozundan sitem edeceğiniz toprak yoldan, köhneleşmiş, ikide bir duran, öfk elenmiş gibi beyaz dumanlar çıkartan küçük bir otobüsün düdüğü duyuluyor uzaklardan...
Sizi bağrı güneşten yanmış, elleri nasırlaşmış, alınları erkenden kırışmış, kahvede vakit öldüren insanların, tek tük kalmış yamaçlara, tepelere tutunmuş çamlar altında dinlenenlerin, ormansızlaşmış, orman bitişiği köye, Beytepe’ye götürür.
Beytepe’de güneş, Türkmen’in ardında kaybolur kaybolmaz herkes diker gözünü yollara. Bitmek bilmeyen çamurlu, tozlu, taşlı yollar. Erozyonla toprağını yitirmiş, kel duran yamaçlar, tepeler...
Birisi gelecek, haber getirecekmiş gibi sabırsızlanırlar. Çünkü otobüs onların yavuklusu, sabah çıkan, akşam eve dönen medeniyete, şehre bağlayan tek dostudur.
Uzaktan göründüğü, düdüğünün kulaklara yansıdığı an bir ferahlık, bir heyecan düşer içlerine. Onların alıştıkları monoton hayatlarında bir değişikliktir bu...