Uzun süreli ve peş peşe girilen savaşlarla yakılmış, yıkılmış ve âdeta iflas etmiş bir imparatorluğun küllerinden, yeni bir ülke doğar. Ve yeni bir ulus yaratılır: Atatürkçü düşünce ve cumhuriyet değerleri üzerine inşa edilen ve uluslararası saygınlığı olan bir ülke...
Bu süreç kolay geçmez elbette. Biri Selanik’te öteki ise Anadolu’nun çoraklaşmış bozkırında, farklı zamanlarda iki beyaz zambak açar. Ömürlerini yurtlarına adayan bu iki beyaz zambağı, kaderleri sonsuzlukta buluşturur. Doğu’nun mazlum uluslarına da örnek olan Anadolu’nun kurtuluş mücadelesini nasıl zafere ulaştırdıklarını, nasıl destana dönüştürdüklerini konuşurlar, uzun uzun dertleşirler aralarında.
"Bizim kısmetimize Osmanlı’dan geriye kalan enkaz ve bu enkazı temizlemek düştü" derler. Biçare bırakılmış Anadolu halkı ile omuz omuza vererek çağdaş bir ulusu nasıl yarattıklarından, bitmiş tükenmiş bir ülkeyi yalnız düşmanlardan kurtarışlarından değil; işgalcilerle işbirliği yapan padişahı, cehaleti ve gericiliği nasıl yendiklerinden, karanlığı nasıl aydınlığa kavuşturduklarından bahsederler. Ve yarattıkları bu ulusun kalkınması yolunda en olmaz denilen işleri, kısa bir zamanda nasıl başardıkları da bir öykü hâlinde akar gider aralarındaki sohbette.
Genç cumhuriyetin yüz yıllık maratonu, yarım kalan aydınlanma ve kalkınma projesinin fotoğrafı, hasbıhâllerinin satırları arasında yerini alır. Ve bunun için aydınları göreve çağırırlar. Gidişat karşısında çoğunun suskun olduğunu, bazılarını da kötü gidişatın destekçisi gibi görürler ve üzüntülerini kelimelere dökerler.
Daha neler neler anlatılmıyor ki kitapta. Cumhuriyet’in yüz yılının özet tarihi âdeta bir solukta çağlayarak akıyor sayfalarında. Bu çağıltı tabii ki bazen sevindiriyor, bazen de geriyor okuyanı. Bir dünya imparatorluğunun çöküşünden günümüze, iki beyaz zambağın dilinden destansı bir eser BEYAZ ZAMBAKLAR.