“Besê, köye getirilip düzlüğe bırakıldığında Oli Baba onu görmek için aşağıya inmiş ve gözyaşlarını tutamayarak uzun süre etrafında dolanıp durmuştu. Besê’nin artık götürüleceğini anladığında ise hızla kayalık tepeye tırmanıp elinde ne kadar mum varsa hepsini birden yakmıştı. Şimdi de sırtını mumların ışığına vermiş, ufukta kaybolmak üzere olan araçlara bakarken ve gözyaşları sakallarından aşağıya doğru süzülürken elini kaldırmış, Besê’ye sesleniyordu:
“Git Besê, git! Ama gecikmeden yine gel, çünkü bu dibi kararmış dünyanın ve ruhu kararmış insanların senin ışığına ihtiyacı var. Artık yalnız geceler değil, gündüzler de karanlık ve artık yalnız gecenin değil, gündüzün de karanlığını yenmek için senin ışığına ihtiyaç var!
Oli Baba gözyaşları akarken tebessüm edip Besê’ye seslenmeye devam etti:
“Sen gözyaşlarımıza bakma Besê. Her ne kadar acımız derin olsa da sevincimiz de seninle birlikte. Bunca zaman sonra senin gibi kutlu birinin aramızdan çıkması bizim için en büyük onur ve dimdik ayakta durmamızı sağlayacak en kutsal değerdir. Ve biliyoruz ki sen yalnızca yaptıklarınla değil, yüce ruhunla da yaşamaya devam edeceksin. İyi insanların bedeninde ve iyi işlerde yeniden, yeniden dirileceksin. Git Besê git! Ama daha fazla karartılmak istenilen bu dünyada ve ruhların karanlığında bizi yalnız bırakma. Artık git Besê ama o parıldayan ışığınla gecikmeden yine gel.”