Geçmişin labirentinde kayboluruz zavallı bir fare gibi. Çıkış yoktur, peynirde. Kendi kendimizi yeriz. Cesaretimiz varsa bilincin kuytusuna iner, altına yatarız acımazdan kalan yaranın, teslim olurcasına. Dümdüz olur bakışlarımız, ne hazzı duyarız, ne iğfal edilen yarınımıza "bekle" demeyi biliriz. Bekle desek ne olacak ki?
Yarın bizim değildir, biz yarına aitizdir.
Beklediklerimiz bize değil, biz bekleyişimize aitizdir. Özlem, geçmişe-geçene-geçirip gidene aittir, yarına değil. Özlem onanmaz duygusuyla önce içinden geceleri ağıt yakar, sonra ninnilerle uyandırır kendini; uykusuzluğundan...
Oyunlar oynarız, kendimizle.
Oynamak istemeyen, acısını sobeleyip gider.
Beni Beklerken, unutmak ile hatırlamayı reddediş üzerine ağır bir roman.
Onun adı Özlem. Aynaya baktığında özleminin "aynısını" gören Özlem...
Bu hikâyede kendini bekleyecek, hepimiz gibi...