Tükendi
Stok AlarmıHer şey 27 Eylül 1937 günü öğlen saatlerinde başladı. Kadri Bey Pangaltı’nda, Haylayf Pastanesinde masada kendi halinde bir şeyler yazmaktayken birden üzerine birisi atıldı. Önündeki kâğıdı alıp paramparça etti ve bağırıp çağırarak ortalığı karıştırdı. Peki, kimdi bu adam, neden böyle bir şey yapmıştı? İşte okuyacağınız kitap, Faruk Küçük’ün kahramanı olduğu ilginç bir olayla başlayan tuhaf hikâyeleri anlatmaktadır.
Bu hadiseden yaklaşık bir ay sonra Faruk Küçük, aslında kendisinin herhangi bir rahatsızlığı bulunmadığını, tamamen ruh hastası taklidi yapmak için ortalığı karıştırdığını söyleyecektir. Yarı merak, yarı macera ve biraz da amatör bir deney olarak, hasta taklidi yaparak önce Adli Tıp daha sonra da tımarhaneye girmeyi denemiştir. Merak konusu şudur: Bir insan taklitle ruh doktorlarını hasta olduğuna inandırabilir mi? Bunu denemekse kendi başına bir maceradır. İddiaya göre Faruk Küçük bu tecrübesinde başarılı olmuştu. Tımarhaneye girip çıkmıştı ve bu bir aylık serüvenini kaleme alıp yayımlanmak üzere Son Posta gazetesine satmıştı. Gazetede yazı dizisi “Ben Bir Tımarhane Kaçkınıyım” başlığıyla 22 Ekim 1937-31 Ocak 1938 tarihleri arasında yayımlanmıştır.
Bu yazı dizisi ilginçliğiyle ilk bakışta hemen dikkat çekmektedir. Fakat ortada pek çok soru işareti mevcuttur. Bir defa Faruk Küçük hakkında bu yazı dizisi dışında hiçbir bilgi bulunamıyor. Dolayısıyla, gerçek bir kişi mi yoksa tamamen kurgusal bir karakter mi olduğu dahi tartışmalıdır. Evet, gerçekten Faruk Küçük olduğu söylenen birisi vardır. Yazı dizisi içerisinde birçok fotoğrafı da mevcuttur. En azından gazetenin iddiası, anlatılanların gerçek olduğu yönündedir.
Faruk Küçük hakkında erişebildiğimiz bilgilerin tümü, metin içerisinde bir vesileyle satır aralarında geçen kendi beyanlarından ibarettir. Bu kitabın gerçekliğine dair soru işaretleri olsa da her halükârda anlatımlar son derece orijinaldir. Gerek üslup gerekse içerik açısından edebi bir değere sahiptir. Faruk Küçük karakoldan adli tıbba ve Bakırköy Hastanesi’ne uzanan hikâyesini anlatırken, okuyucuları 1930’ların İstanbul’unda ilginç tipler, mekânlar ve anılar arasında keyifli bir yolculuğa çıkarıyor. Ayrıca delilikle aklın, normalle anormalin yer yer sorgulandığı diyaloglar metne felsefi bir tat da vermektedir.