Akşama doğru Cenevre’deyiz. İsviçre: Dünyada temizliği, dürüstlüğü, disiplini ve düzeni ile tanınmış cennet ülkesi olarak anılıyordu. Hakikaten hayran olunmayacak gibi değildi. Burada iki gece kalınacak, yine programımızda turun bize hediye ettiği nefis bir gece vardı. Leman Gölü’nde yüzen diskoda eğlence gecesi. Bu da bize önceden haber verildiği için ben olgunlaşma atölyelerinde dikilmiş, siyah, Denizli bezi üzerinde sırma ve turkuaz ipek iplikle bezenmiş sırtı beline kadar açık çok şık uzun bir elbise ile katıldım bu geceye. Gemide tabiri caizse 72,5 millet vardı. Din, dil, ırk gözetilmeden herkes birbiri ile dans edip eğleniyordu.
Leman Gölü’nde ağır ağır ilerleyerek bize ışıltılı kıyıları gezdiren bu gemi gezintisi muhteşemdi. Ertesi sabah grup toplu halde Cenevre’yi gezmeye başladık.
1970’lerde İsviçre’de ilk defa naylon poşetler yerine kâğıt torbaların kullanılma mecburiyetinin olduğunu gördüm. Ertesi gün erkenden bu güzel memleketi terk ettik. Önümüzde İspanya’nın Barselona şehrine kadar mola vermeden çok uzun bir yol vardı.
Olimpos Dağı’nın tepesinde bulunan bu harabelerin çoğu başka yerlere taşınmıştı. Yunanlılar burada ilahların yaşadıklarına inanmışlardı. Bu ilahlar Zeus gibi bir baş Tanrı ve karısı Hera gibi bir tanrıçanın etrafında toplanarak aynı insanlar gibi hayat kurduklarına, yiyip içerek, birbirleriyle zaman zaman kavga ederek aşkları, kıskançlıkları ile aynı insanlar gibi yaşadıkları, onlardan farklarının yalnızca ölümsüz olmaları idi. Her doğa olayını bunlar yönetirdi. Örneğin Apollo’nun güneş ve aydınlıklar, Poseidon’un denizler, Afrodit’in aşk tanrısı oldukları gibi. Yunan mitolojisini oluşturan bu tanrıların varlıklarına inanışlarının onları sanat yönünde ilerlemelerini de sağlamıştı. Örneğin şarap tanrısı Dianisos için bağ bozumunda yaptıkları törenlerden ilerde tiyatronun temelleri atılmıştı. Bu tanrıların hepsinin karşılığı Roma İmparatorluğunda olduğuna inanıyorlardı. Onlar Zeus’a Jüpiter, Dianisos’a baküs, Afrodit’e ise Venüs diyorlardı.