Yıl 1918. Birinci Dünya Savaşı Osmanlı’nın yenilgisiyle sonuçlanmış, Çanakkale’yi savaşarak geçemeyenler onlarca savaş gemisiyle ellerini kollarını sallayarak gelip Dolmabahçe önlerinde demir atmışlardı. Birkaç ay önce Filistin cephesinden yaralı dönmüş olan Yüzbaşı Fikret emekli katip olan babası Reşit Beyin konağında iyileşip de cepheye döneceği günleri beklerken karşılaştığı manzara karşısında şaşkındı. Tüm şehir gibi barışın geldiğini düşünürken Boğaza demir atan İngiliz gemileriyle hesapta olmayan işgal karşısında kendini dibi belirsiz bir girdabın içinde bulmuş, İstanbul’u bir arada tutan mozaik paramparça olmuştu.
Pastadan en büyük payı almak için harekete geçen azınlıklar, İşgal ettikleri şehri kendi aralarında paylaşamayan İngiliz, Fransız ve İtalyanlar. Umudunu yabancı manda yönetimlerine bağlamış olanlar, hayallerinden vazgeçememiş İttihatçılar ve Payitahttan umudunu kesmemiş saltanatçılar. Birde adı her gecen gün daha sık duyulmaya başlanan Mustafa Kemal Paşa.
İstanbul kaptansız bir gemi gibi fırtınada savrulurken Fikret çaresizdi. Ne yapacaktı? Mandacılara katılıp yeni kurulacak düzende kendine bir yer mi ayarlamalıydı? Yoksa ticarete atılıp savaş zenginleri arasında yerini mi almalıydı? Ya da Mustafa Kemal Paşanın işaretini mi beklemeliydi? Ama bu tehlikeli olurdu. Paşa masada kaybetmeyi kabullenenlerden değildi, bu da yeni bir savaş demekti. Lakin neyle? Ordu yok, cephane yok, para yok. En iyisi ticaret miydi? Reşit Bey de ne zamandır söylüyordu açalım bir yer otur işinin başında diye.
Kitap, sırtınızı yaslayarak bir solukta okuyacağınız bir Kurtuluş Savaşı dönem romanıdır. Yüzbaşı Fikret’in hayatını okurken aynı zamanda Anadolu’da ve İstanbul’da yaşayan halkın yaşadığı zorlukları hissedecek, hayata bakış açılarına tanık olacak, dönemin adsız kahramanlarını hatırlayacak ve özgürlüğün kazanılması zor ama değeri ölçülemeyen bir kavram olduğunu göreceksiniz.