“Bu dünyaya hiç gelmemiş gibi gitmekten, unutulmaktan, hiç var olmaktan korkuyorum. Hatırlanan şey yaşar. Bir iz bırakmak, hatırlanmak istiyorum.”
“Fotoğraflar var, yetmez mi hatırlanmak için?”
“Fotoğraflar en fazla üç kuşak saklanır. Sonra çöp olur giderler. Çocuğum da yok, kim bakacak onlara? Hem artık dijital çağdayız. O kadar kalacağını bile sanmam. Yazarım belki. Tutunamayanlar koyarım adını da.”
Yüzüme bakıyor, anlayıp anlamadığımı ölçer gibi.
“O çok önce yazıldı ama... Okumadım fakat biliyorum. Ünlü bir kitap.” diyorum.
“Ben okudum. İyi de tutunamayanların öyküsü bir tane mi? Bir de benimkini yazarım.” diyor.
“Okumazlar ki o zaman,” diyorum.
Omuzlarını silkiyor.
“Okumasınlar.”
Bir müddet susuyor, çayından ve sigarasından içip;
“Sahi okumazlar mı? Öyleyse gerçekten ölürüm. O zaman ben de ‘Barınamayanlar’ı yazarım olmaz mı?” Canını sıkmak istemediğimden istediği cevabı veriyorum ona. Oysa okunmayacağını, yaratıcı bulunmayıp sığ bulunacağını biliyorum.
“Olur tabii neden olmasın? İnsan yaptı mı her şey olur.”