Sevgi, inanmak değil miydi?
Sevgi, bir büyülü masala kanmak değil miydi?
Belki ben de öyle… Bir lale bedeninde kalpten kalbe yol arıyordum. Şimdi önümde kâğıt, aklımla yüreğim arasında en sancılı düşümü kuruyordum: Menzil-i maksuda ulaşmak için Leyla’nın Mecnun’u gibi -aklım ötelerde- sarp kayalar, uçurumlar süslüyordum. “Uzaklarda da olsa seni düşünen biri var!” çığlığımı çizeceğim lalede umuda dönüştürmek istiyordum.
Ellerimde buruşturduğum kâğıdı öfkeyle fırlatıyorum boşluğa. Böylece ilk lale denemem boşa gidiyor. Ben yalnızlaşıyorum. Güzel Barçınay’a ulaşamıyor, onun kalbine doğamıyorum.
Bu defa önümdeki kâğıda büyük bir “U” harfi çiziyorum. Sonra “U” harfinin sol ucundan iç derinliklerine doğru eğik bir çizgi indiriyorum. Aynı çizgiyi bu defa da sağ ucundan çekiyorum. Üzerinde sapan çatalı gibi oluşan boşluğu özenle kapatıyorum. Lalenin goncası tamam oluyor. Gökyüzüne gülümseyen bu zarif yaprakları maviye boyuyorum. Sonra narin bir gövde çiziyorum. Lale, yeşil yaprakların arasında mavi bir ışık demeti… Baktıkça içim ısınıyor.
“İşte, çizdim!” diyorum. “Başardım!”.....