Kazakistan konusunu sordu. Ökçe dayı, elindeki ayakkabıyı örse takılı olarak bıraktı. Bir iki dakika düşündü. “Git oğlum.” dedi. Hiç üzerinde yorum yapmadan, biraz da hüzün yüklü olarak tek kelimeyle; “git” dedi.
“Evlat, gitmesine git de ama kendini sürekli kontrol altında tut. Sen kendini kontrol altında tutmayı terk edersen senin için ömrünün kaybı olur. Kaybetmek diye bir lüksün yok. Tutunacak dalın sadece kendinsin. Kayarsan, elinden tutacak kimsenin olmadığını aklından çıkarma.
Çok kitap oku. Başkasının eline kitabı alıp sana okuduğu gibi kitabını oku. Yazarların laflarını, lafügüzaf sayıp da bir kenara atma. Kitap senin en sadık arkadaşın olsun. Kavga etmek istersen okuduğun kitabın yazarı ile kavga et. Kusurlarını sana, seni incitmeden söyler. Sana doğruyu anlatıncaya kadar sayfalarca yazı yazar. O gün okumamışsan bugün okumadım deme, bugün nasihat dinleyemedim, diyerek üzül, kahrol. Bir başka ikazım, kesinlikle yanına üçüncü gözünü almayı unutma. Başımızdaki iki göz bazen görmemiz gerekenleri göremiyor. Üçüncü göz olarak ‘feraset’ gözünü kullan. Sen istersen ona altıncı his de. Karşılaştığın her olaya dikkatlerini gönder. Gönderdiğin dikkatlerinin yansımasını feraset gözün okur. Özellikle insanlara bu gözünü sık sık çevir. Koyun postundaki kurtları ancak bu üçüncü göz görür. Allah muvaffak etsin. Beni unutma evlat. Döndüğünde yaşıyorsam, çayımı içersin. Yaşamıyorsam mezarımı ziyaret et, bir Fatiha oku. Gelirken bana ayakkabı çekici getirmeyi unutma.”
Sarıldı, ellerini öptü. “Dua et.” dedi. Ökçe dayıdan ayrıldı.