İbrahim Güleç, 46 yılını Bab-ı Ali’ye vermiş, matbaaların, yayınevlerinin Hamal olarak yükünü taşımış bir emek işçisiydi.
Şimdi artık emekli.
Bir Hamal’dı ama, küfesinde taşıdıklarına kinaye 4 şiir kitabının da yazarıydı. Bu da 5. Kitabı oluyordu.
O farklı bir hamaldı. Sırtında taşıdıklarının içiyle de ilgilenmiş, onları yazan çizen Bab-ı Ali’nin güzide şahsiyetleriyle tanışmış, sohbetlerine iştirak etmiş velhasıl Bab-ı Ali’nin kültür ve irfanından faydalanmış tam bir Bab-ı Ali sevdalısı olmuş bir hamaldı o.
Bab-ı Ali’nin yıldan yıla, günden güne yok oluşu, bir buçuk asırdır kendini var eden kültür değerlerinin birer birer kayboluşu ona tarifsiz bir acı vermeye başlamış.
Bab-ı Ali’nin yıllar yılı türlü maddi/manevi nimetlerinden, şan ve şöhretinden istifade etmiş okumuş-yazmışlarının dert edinmediğini dert edinen İbrahim Güleç, bu kültür varlığının tarihten silinmesine bigane kalmamış, *ben bir garip hamalım benim neyime Bab-ı Ali!* demeden yıllarını verdiği mekana dair anılarını kaleme alarak Bab-ı Ali’nin hak ve hukukunu arama cesaretini daha önemlisi sorumluluğunu göstermiş.
Bab-ı Ali’deki, artık hafızalardan silinip gitmeye mahkûm olmuş, yaşadıklarına görüp geçirdiklerine yalın ve duru Türkçesiyle kaleme aldığı anılarında; onun, hasretini, ıstırabını, elemini, hicranını okuyacak, bir buçuk asırlık bir kültür hazinesinin nasıl hunharca yok edildiğine şahit olacak, İbrahim beyin gözyaşlarına siz de ortak olacaksınız.