Tükendi
Stok Alarmı… 1932-1933 kışında korkunç bir kıtlık ve açlık Sovyetler Birliği’ni baştanbaşa kasıp kavuruyordu. Bütün diğer Rus şehirlerinde olduğu gibi Saratov`da dahi cadde kaldırımları üzerine sonu gelmez sürü halinde oturan aç çocuk, kadın ve ihtiyarlar ellerini uzatarak ve hissiz gözler ile yoldan geçenlere bakarak bir parça ekmek dileniyorlardı. Bu zavallı mahlûklar haftalarca yiyecek bir şey bulamadıkları için kollarının ve bacaklarının yağları bileklerine ve topuklarına kadar inmiş, derileri kemiklerine yapışmış, renkleri solmuş ve gözlerinin ışığı sönmüştü. Hemen hemen ölümün eşiğinde bulunan bu insanlara artık vatandaşların yardım etmelerine de imkân kalmamıştı…
Kimse tarafından bakılmayan ve itina görmeyen zavallı insanlar sessiz ve sedasız surette sürüne sürüne parklara ve bahçelere çekilip oralarda can veriyorlardı. Akşamları belediye arabaları parkların kapılarına yanaşarak onların cesetlerini topluyor ve şehir dışına götürerek umumî mezarlıkta bir çukur içine gömüyorlardı. Bir kısmını da üzerlerinde anatomik teşhir yapılmak üzere üniversitelere teslim ediyorlardı. Her gece parklardan ve bahçelerden binlerce ceset toplanıyordu. Bu manzaraya birçok defa şahit oldum. Saratov Üniversitesinin mahzeninde, açlıktan ölenlerin cesetleri odun gibi birbirinin üzerine konarak tavana kadar varmıştı…
Açlık insanları tefrik etmeden her şeyi yemeye mecbur kılıyordu. Hiçbir şey bulamayınca çöplüklerden eşeleyip çıkardıkları patates ve hıyar kabuklarını yiyorlardı. Kedileri ve köpekleri keserek etiyle açlıklarını gideriyorlardı. Kısa zamanda ortada kedi ve köpek diye bir şey kalmamıştı. Bir gün Saratov pazar yerinde dolaşırken acıklı bir manzara ile karşılaşmıştım. Orta yaşlı, uzun boylu bir Rus sokaktan yakaladığı bitkin bir köpeği çuvala koyarak evine götürmek istiyordu. Etrafını çeviren kadın ve erkekler polis çağırarak onu yakalatmak istiyorlardı. Polis kendisine köpeği ne yapmak istediğini sordu. Kadın ve erkekler onun bu köpeği keserek ve etini diğer etlere karıştırarak millete satmak niyetinde olduğunu iddia ediyorlardı. Adam bu gülünç iddiayı duyunca kederinden hüngür hüngür ağlayarak polise şu cevabı verdi:*Üç çocuğum ve karımla beraber hepimiz veremliyiz. Yiyecek bir şey bulamıyoruz. Bu köpeği çocuklarıma gıda olarak götürüyorum...*
Gece yarısından sonra feci bir manzaraya şahit oldum. Kolhozcu çiftçilerden birkaç kişi, tifodan ölen birisinin yumuşak etlerini keserek, ateş üzerinde kızartıyor ve yiyorlardı. Manzaranın vahşeti karşısında çıldırmak işten bile değildi. Fakat anlaşılan, o muhit buna da alışmıştı. Baktım, vaziyet gayet kötü. Açlık ve susuzluktan ölmesek bile, tifo ve türlü bulaşıcı hastalıklardan öleceğimiz muhakkaktı…