Bir öğleüstü kafedeydim. Yine meltem esiyordu. Yine deniz kokusu gelmişti sahilden. Gözlerimi kapamış, hülyalara dalmıştım. Bir deniz canlanmıştı zihnimde. Ve o derin mavi gözleri gelmişti aklıma. Bugünüm ve geleceğim onunlaydı, biliyordum. Ve anladım ki geçmişimde de sadece o vardı artık. Tüm geçmişimi unutmuştum, unutulmayacak bir tek o kalmıştı.
Gözlerimi açtığımda gün akşam olmuştu. Martılar kaplamıştı gökyüzünü. Her biri birer özgürlük savaşçısıydı. Denize olduğu kadar özgürlüğe de sevdalıydılar. Gökyüzünde değil de, kalbimin maviliklerinde uçuşuyorlardı sanki. Güneş kaybolurken ufukta, bir fotoğraf karesindeki resmimdi, denizlerin asi çocuğu, sahil şehirlerinin süsüydü, bazen güneş, bazen maviydi martılar. Her bir tüyünde ayrı bir telaş vardı; alkışa benziyordu kanat sesleri.
Martılarla bir tutardım kendimi. Lakin kanadım yoktu, olsaydı da kopup gidemezdim martılar gibi.
Martı, tüy, telaş, mavi, güneş, her şey onu hatırlatırdı bana. Ve bağlardı beni onun olduğu yere.
Bir martı sevdasıydı benimki, martı denize tutkun, deniz martıdan bihaber.