“İnsanların aktığı yönün aksine yürümek ve bu yürüyüşte kimseye çarpmamak... İmkânsızdır! Dolayısıyla benim yürüyüşüm uçsuz bucaksız ve tenha arazilerde, bomboş ve rüzgârlı tepelerde, ıssız dağ eteklerinde... yani insanların olmadığı yerlerde gerçekleşecek. Varmak üzere yola çıkmayanlar için hızlı yürümenin yavaş yürümekten hiçbir farkı yoktur, çünkü varılacak bir yerde yoktur. O nedenle gittiğimde ayaklarımı çimlere sürte sürte yürüyeceğim, gıdım gıdım ilerleyeceğim ve üstelik kollarımı da sallaya sallaya, bir o yana bir bu yana savrula savrula... sanki varoluşun mahiyetini kavramışım gibi, sanki tanrıyı avcuma almış ve ancak o zaman varlığını tasdik etmişim gibi... öyle mutlu, öyle dingin, öyle coşkulu... "Gitmek!" diye haykıracağım. "Gitmek! Gitmek! Defolup gitmek!" diye avazım çıktığı kadar bağıracağım ve bunu yaparak özgürlüğü iliklerime kadar yaşayacağım. Ancak ne yazık ki hiçbir zaman tam anlamıyla aykırı fikirlerimle, abes hayallerimle, ipe sapa gelmeyen düşüncelerimle aşağılanma hazzına ulaşamayacağım. Bunlar daima etnik köken, ten rengi, kültür gibi nezdimde hiçbir değerlerinin olmamasıyla beraber salt özgürlüğün aleyhine işlenen şeylerin arkasında kalacak ve ben yalnızca bunlarla aşağılanıyor olacağım, kontrolüm dışında olan bu faktörlerle aşağılanıyor olacağım yalnızca. Ne üzücü bir durum! Oysaki ben ruhuma vurulan bütün prangaların düşmanıyım, sen hariç sevgilim.”
Başta sadece mülteciler ve mültecilerin hem çektiği hem de çektirdiği acılara dair bir şeyler karalamayı hedeflemiştim. Ancak böylesi sosyolojik konuları pek sathi bulduğumdan ona dair yazılacak şeyleri de tatmin edici bulmam. Bu nedenden ötürü birbirinden bağımsız iki ayrı hikâyeyi iç içe geçirmeye karar verdim... Öte yandan ben kalabalıklardan ziyade birey ile ilgilenirim. Çünkü varoluşa dair zihinsel sancılar çeken bir kişinin vaziyeti, bombalarla cesetleri paramparça olmuş bir topluluğun durumundan daha acıklı olmasa da daha dokunaklı ve daha insanidir. Zira bütün canlılar bombalarla parçalanıp acılar çekebilir, fakat herkes kendisinin celladı olamaz. Bu vasıf için pek çok nitelik gerekir. Başta kendine karşı acımasızlığa varacak derecede bir dürüstlüğe sahip olmak üzere pek çok nitelik...