Takvimden iki yaprak koptu bile. Bir yarışta sanki günler. Aceleleri ne anlamıyorum. "Hele bir durun, soluklanın biraz. Hızınıza yetişemiyorum" diyorum ama beni dinleyen kim? Sözüm de geçmez oldu kimseye şu son zamanlarda. Nerede o bir sözcükle otuz öğrenciyi kuzu yaptığım zamanlar? Ah nerede çalıştırdığım halk oyunları ekibiyle halaylar çektiğim, horonlar teptiğim, zeybekler oynayıp yere diz vurduğum günler?
Takvimden düşen her yaprak, ağaçtan düşen sararan yapraklara benziyor. Görevi bitti, vedalaştı ve gelmemek üzere gitti işte bir yaprak daha. Yıl başında elime sığmayan duvar takvimim, ele avuca sığmaz haşarı çocuklar gibi kayıp kayıp gidiyor elimden birer birer her geçen gün. Ömürden de tüketiyoruz o yaprakların her düşüşünde. Bir günü… Bir günü... Ve bir günü daha. Düşen her yaprak, yolun sonundaki uçuruma yaklaştırıyor bizi her geçen gün.
Kaç yaşımızdayız? Bunca yaş nasıl geçti? Kimin için ne yaptık? Her şeyden önemlisi kendimiz için ne yaptık? Hangi yaraya ilaç olduk? Kaç yaşama dokunduk, mutlu ettik? Bir ömür bu soruları sorduk mu kendimize? Yoksa kabuğumuza çekilip, " ne elmanın yeşili, ne eriğin siyahı" mı dedik?