İLHAN KEMAL’İN ŞİİRİ
Metin Cengiz
İlhan Kemal (1968 Adana) şiiri dendiği anda sorun bu şiirin neliğinden çok nereye oturtulması gerektiği hususunda düğümleniyor. Bu da değerlendirmede şiiri değil de şiiri belirleyeceğimiz yere göre okumayı zorunlu kılıyor. İlhan Kemal şiirini hakikatli bir değerlendirme, bu belirlenecek yerin tespiti ve belirlenecek yerle esaslı bir hesaplaşmadan geçiyor. Celâl Soycan değerlendirmesini yaparken ana akım-çevre hattı bağlamında yaparken bu hesaplaşmayı yapmayı dener. Ancak İlhan Kemal özelinde “özellikle son dönem şiirlerinde” bir İlhan Kemal damgalı şiirleri yazdığını belirterek dikkat çeker, böylece ana akım dışında oluşan bu şiirsele ve poetikaya bakılmasını önerir. Öncesi bu şiirsele ve poetikaya bir giriş sürecidir ve bence bu süreç oldukça da uzun bir süreçtir. Bu süreci Yitik Kitap (2019) ile olgunlaşmış kabul etmek ise benim tespitim olacaktır, zaten şairin kendisi ilk beş kitabını birbirine benzer şiirler olarak niteler ve Onların hepsini “Mağmun Şiirler” olarak tanımlar (“Sunuş”, Toplu Şiirler), böylece şiire ilk sancı duyduğu günlerden Yitik Kitap’a değin yirmi yılı aşkın bir zamanı kapsayan bir süreçten söz ediyoruz. İlk kitap olarak 2006’da çıkan Mağmum 20 yılı aşan bir çırpınmanın ürünü demek. Bunu da oluşum sürecine dahil ettiğimizde kırk yılı bulan bir çıraklık-kalfalık dönemi söz konusu. Adana ve yöresinde geçen bu sürecin neliği hakkında artık konuşabiliriz.
Ancak bu süreci 2020’de Çavlan Sözler adıyla yayımlanan Toplu Şiirler kitabına bakarak yapmak olanaksız. Zira bu toplu şiirlerde şiirsel gelişimini kitaplara göre izleyebileceğimiz bir sıra izlenmemiş, kitaplara göre bir bölüm düzenlemesi yapılmamış, yarın şairin ölümünden sonra hakkında yapılacak araştırmacıların da işini zorlaştıracak bir düzenlemeyle, şairin sözleriyle, “her kitaptaki şiirler bu kitapta karma bir düzen ve sıralamayla yer aldı.”. (Toplu Şiirler, “Sunuş”). Demek ki şair bu ilk beş kitaplık süreci bir benzeşim ürünü, sonraki şiirleri ise bir değişim şiirleri olarak görüyor, diyebiliriz. Şairin bu içten sözlerine bakarak ve elbette okumalarıma da dayanarak ben, Beni Gözlerimden Öp (2014), Ağır Çıvgın (2016), Yalnızlık Karnavalı (2018) adlı kitapları için değişimin başlaması ve oturması süreci, Yitik Kitap ile başlayan ve sonrasında Şehrazat’ın Düğünü (2020), İnci Buğusu (Mart 2021) ve Issız Yara (Mart 2021) olarak devam eden süreci ise ustalık süreci olarak tanımlamaktan yanayım.
Şairin oluşum sürecine dahil ettiğimiz ilk beş kitabın ortak özellikleri neler peki? Bu süreci Yitik Kitap‘a değin uzatarak şu özellikleri sıralayabiliriz, İkinci Yeni ve 1980 sonrası egemen şiir anlayışının İlhan Kemal’de zuhur ettiği biçimde yansıması; nitekim bu geniş sahanlığa ait yansıma bir yanda anlatımcı-öykülemeci, bir yandan imgeci, bir yandan retorik özellikleriyle görünür. Aynı şiirde bu birbirinden farklı şiir anlayışlarının şiiri inşa etmek için dolanması şairin poetik olarak henüz poetik açıdan kararlı bir anlayışa sahip olmadığındandır. Bu üç eğilimi birbiri içinde eritip özgün bir şiire ulaşması ise yıllar alacaktır. Aslında bu uzun süreçteki bu çalkantılar Türk şiirinin de 2. Yeniyle içine girdiği poetik-dilsel krizinden kaynaklıdır. Kriz derken şiirde dil ve yapıda görülen bir alt üst oluş, bir değişim-dönüşüm, bir bunalım, bir olamama, kriz sonrası dinginleşememe, krizin süreğenliği (1980 sonrası yerden mantar biter gibi manifestoların bitmesi, manifestoculuğun karikatürleşmesi bu durumun tebliğidir), durup durup bu krizden yeniden yeniden başlama hevesleri…
Başta şiirin merkezi büyük şehirler İstanbul ve Ankara olmak üzere çevreyi dalga dalga kuşatmıştır bu kriz ve sonrasındaki uzun süren nekahat dönemi. 1963’lerde durulan 2. Yeniciliğin seksenlerden sonraki yükselişi, buradan neşet eden 1980 şiir arayışlarının 2010’lara değin devam etmesi, cinsel kimlik ve aklın anarşist itirazları üzerinde biçimlenen küçük İskender şiirinin bu krizin bir art dalgası halinde zuhur etmesi, bu krizin gücünü göstermektedir. Şimdi ise ne yazık ki kriz sonrası bir durgunluk, bir dekadans dönemine girmiş gibiyiz. Randall Collins bir kırılmanın, önemli bir yakın dönem geleneğin oluştuğu böyle dönemleri şöyle niteler: “Entelektüel ritüellerindeki kitlenin üyeleri, ayırt edci bir biçimde pasif olmayan bir konumdadır. Bu, soruların sorulduğu, tartışmaların gerçekleştiği, polemik ve ithamların sık sık gündeme geldiği entelektüel yapıların derinlere kök salmış bir parçasıdır; bu, kula halkası, potlaç ve kan davasını anımsatan döner bir yapıdır. Entelektüeller, dinleyici olarak sessizce otursalar bile o süreğen topluluğun üyeleri olarak kendi rollerinin bilincindedir. Kendi fikirleri, geçmişten gelen zincir tarafından oluşturulmuştur ve önlerindeki koşul, bu bilgilere eklenen bir halkadır. Bu fikirleri, kendi gelenek ve yaratımlarına ve söylemlerine dahil edeceklerdir; en azından, dikkate alınmaya değer olup olmadığını görmek için bunları dikkatle eleyeceklerdir.” İşte İlhan Kemal içine doğduğu bu uzun sürecin geç bir ürünü sayılmalı. O da 1980 sonrasında biçimlenen entelektüel donanımıyla asıl da 1990’lardan başlayarak bu süreci anlamaya çalışmış, tartışmalara katılmış, kavrayıp özümseyerek bir ucundan benimsemiş, süren tartışmalarla tartıştığı şeylerin bir halkası olmuş, kendisine mal etmiş ve nihayet kendisini bulmuştur. Söz hepsinde devreye girmiştir kuşkusuz ancak kendine özgü söylemek yıllar alıyor, bazen de yıllar alacak şeyi ilk başta söylüyor sonra söylediğinizde ısrarlı oluyorsunuz. İkinci durum çoğunlukla sözün çürüyerek ölmesi, ikincisiyse yavaş yavaş olgunlaşmayı akla getiriyor. İlhan Kemal bu yolda ülkenin içinde bulunduğu durumun yansımalarının yükünü taşıyarak olgunlaşmıştır. Ülkenin yürüdüğü yolun şeklini değil kendi şeklini almıştır demektir bu. Yani İlhan Kemal’in bu uzun yolda kendine varması kriz sürecinde bütün bir Türk şiirinin yürüdüğü yolu da betimlemektedir. Artık her şair eşit mesafede sözünü söyleyemektedir. Bu da şu demektir: Merkez genişlemiş, periferi merkeze dahil olmuş, merkez çekim gücünü, organize etme yetkesini kaybetmiştir.
İlhan Kemal’ epistemik ya da ontolojik ağırlıklı bir şiirle değil, düşüncenin potasında varlığın kendini aydınlatmasına olanak tanıyarak şiirini kurar. Bütün şiirlerinde sezilen sıkıntı imgesi söz söyleyen bireyin daha soyut, varlığın acısının kaynağı olan bir sorunsalı işaret eder: içine doğduğumuz dünyanın kendisidir bu, varlık bu sebepten dolayı sürekli çözmesi gereken bir düğümle uğraşır durur. Ancak her defasında bu imge soyut bir olguyu, bir üst niteleyeni, geneli imlediği için yeniden yeniden sökün eder varlığın bilincinde. Sorunun çözülmesi mümkün değildir, varlığın anlık sıkıntısı dile gelince ya da gizlide kalanın üstündeki örtü kaldırıldığında varlık geçici olarak huzura kavuşur, rahatlar. Ama sıkıntı, acı genel bir dünya kavrayışından tecelli ediyorsa imge süreklilik kazanır. İlhan Kemal’in şiirindeki sıkıntı böyle bir sıkıntıdır, süreklidir, dayanıklı kılmıştır şairini. “sanılıyorsa ben burada öldüm öleceğim, yanılış bu” (“Bekleyiş şarkısı”, İnci Buğusu, s.11) diyebilen bir kavi kişi olmuştur artık acının küllendirdiği şair. Ancak gördüğü dünyaya teessüfü bakidir, ezelidir, ebedidir, “ben de bilirdim çıkmasını köhnemiş kalplerden,/ lakin işte, bir sargı bezini insan insandan umar” diyerek (“Teessüf beyanı”, İnci Buğusu, s. 12), böyle mükemmel bir ikilikle yakındığı, sıkıntısını sürekli dile getirdiği dünyada yaşayan insanları, yakınındaki insanları betimler, genelin biçimlendirdiği insanı işaret eder.
Şiirinde söz dizimi (sentaks) ve ses özellikler de daha ilk şiirlerinde de görüldüğü gibi bencileyindir. Söz beklenmedik bir şekilde biter, eksiltili söz şaşırtır ( ör.: boşluk duvarda öylece asılı bir leke duruyordu) (“Leke”, Yitik Kitap); burada “leke gibi duruyordu” benzetmesi (teşbihi) gibi söz eksiltmesiyle şiir şaşırtıcı bir derinliğe ulaşıyorr: boşluk duvarda, öylece asılı bir leke duruyordu. Anlamla ilgili olan (semantik) söz dizimi üzerinde oynamayla derinleştirmede Ece Ayhan yolunda epey mesafe katetmiş görünmektedir İlhan Kemal. Hatta kendine özgü bir yol bulmuştur söz dizimi ve cümle yapısıyla oynamak konusunda. Başka türlü bozmalara da rastlarız: Leke’nin hemen yanındaki “Everest adlı şiirin 3. biriminin son iki dizesi şöyle örneğin: “olsa da bütün varımın toplamı/ bir minnacık karınca boyu kadar”, bu merdiven ikilik “bütün varımın toplamı bir minnacık karınca boyu kadar olsa da” cümlesinin bozulmuş halidir oysa. Böyle yazıldığında bu benzetme günlük anlamlandırma değer skalası içinde bütün gücünü yitirmektedir, oysa ikiliğin İlhan Kemal tarafından yazılmış şekli bize ikiliği defalarca okutmakta, şaşırtıcı bir anlam boyutu kazanmaktadır. Usta işi bir söz dizimi, derinliğine uzatılan şiirsel anlam.
Varlığa ait olanı işaret eden bu dizeler hakikatimsi olanı imleyen benzetmeler olarak akılda kalacak kadar da güçlüdürler. Sonuç olarak İlhan Kemal varlığın varlığı hakkında düşünen özgün ve usta bir şairdir, bunu rahatlıkla diyebiliriz.
Yazıyı paylaş "Aşkla Çattığım Dünyadır"