“Kan akıyor,” dedi, “ve daha da akacak. Geçen gün Unamuno’dan bir mektup aldım. Bütün ülkeler aynı şekilde ve aynı şeyler yüzünden kan kaybederek ölür. Ve şimdi Unamuno Paris’te kaleme sarılmış, öfkeyle mektup yazıyor... neye yarayacak ki? Mektuplar, el ilanları, gazete makaleleri. Hiçbir şey çıkmaz o mürekkep akıtmalardan. Kalem kılıçtan güçlüdür. Öyle bir şey. Elbette kalem daha güçlüdür. Onunla yalanlar söyleyebilirsin. Kılıçla yapamazsın bunu. Karna sokulan bir süngünün yalanı yoktur. (...) O da diğer cesetler gibi bir ölü. Yaşlı da değildi sanırım bulduklarında. Ben olsam, midemde iyi bir yemek ve güzel bir şarapla ölmek isterdim, ve kafamda bir şiir sönüp giderken. Benim İspanya’m siyasetçilerin ihtirası değil, generallerin hırsı değil, yazdığı şeyler dişler arasında tebeşir tozuna benzeyen iktisatçıların teorisi değildir. Granada’da bir portakal bahçesidir o, bir zamanlar papaz okuluna girmeden bir yıl önce Valencia’da tanıdığım, alacakaranlık vakti sokakta yürüyen bir kızdır, ve o denize tepeden bakan kayalıklarda kahvaltıdır”.
Andrew Jolly bu kitabında, Amerikan güneybatısında hayatı savaşla geçen üç kuşak erkeğin hikâyesini anlatıyor. Yaşam seline karşı tutunmaya çalışırken kendi doğasını ve varoluşumuzun anlamını bulmaya çalışan insanların en duygusal aşk yaşantılarında ve çılgınca sevişmelerinde bile hissedilen benzersiz hüznüyle insanı çok derinlerden sarıp sarsan, unutulmayacak bir roman