Tasavvuf şiiri, bizim kadim şiirimiz içinde ayrı ve özel bir yere sahiptir. Bu şiir, gönül ve zihin dünyamızın en coşkulu, en derin ve en parlak ışımalarıdır. İlahi sesin beşeri bir söz düzeneği içinde bize seslenmesi olarak ifade edebiliriz. Bir yalvarış, bir arayış, bir ilham atmosferi içinde kalbin bütünüyle kendini ilahi coşkuyu teslim ettiği anlardan oluşmuş mermer sütunlar gibi göklere uzanan bir şiir.
Mutasavvıf şairlerin kelimenin, anlamın ve hayatın merkezine aşkı koyduğunu görüyoruz. Aşkın, insanın kendini gerçekleştirmedeki nihai nokta olduğunu anlıyoruz. Aşk nedir, aşık kimdir sorularına cevap verebilmek güç. Mutasavvıf şairlerin dönüp dönüp aynı noktaya geldiklerini ve nihai tanımlamalarını ‘aşk’ kavramı üzerine oturttuklarını görüyoruz. Bu yazılar neticesinde aşktan ne anlamamız gerektiğine dair bir kanaate ulaşıp ulaşmadığımı bilmiyorum. Belki de aşkı, bir kavramdan çok, bir ‘hal’ olarak anlamak daha doğrudur. Ancak bu halin içine girildiğinde ne denmek istendiği görülebilecek ve bütün açıklamaların eksik kaldığı tecrübe edilebilecektir.