“Çilekeş bir Yunan tanrısı gibi, avuçlarında yılanlarla doğmuştu. Hayal meyal hatırladığı bir büyük yangın, aklına geldikçe hâlâ ciğerlerini yakan… Sorsalar Smyrna’lıyım derdi demesine ama daha iki yaşındayken terk etmek zorunda kaldıkları bu şehre dair pek bir şey hissetmiyordu. Onun için İzmir babasının dinmeyen özlemi; yüzünü bile hatırlamadığı ablası Selini ise, odasında gizlice ağlayan annesinin hıçkırıklarıydı. Böyle anlarda elinden bir şey gelmemenin çaresizliği içinde evden çıkıp giderdi. Babası pek renk vermese de hiç kabullenememişti bu zorunlu sürgünü. Yeniden kök salmak, başka bir toprağa alışmak... Tanıyordu onu, yapabilecek olsa bile bunu istemediğini biliyordu. Geçmişine, anılarına ve orada bıraktığı küçük kızına ihanet etmek sayıyordu böyle bir yeniden başlamayı. Eğer Nikos ve yoldaşları başarabilirlerse bundan sonraki kuşaklar kendilerini tekrar yurtlarında sayabilirlerdi ama bu yaşlı İzmirli için artık yapacak pek bir şey yoktu.”