Gündelik hayat deneyimlerimizi sosyolojik teoriyle ne kadar ilişkilendirebiliriz? Starbucks`ta kahvemizi yudumlarken masaya bıraktığımız Iphone`ların yaydığı hazzı, Nusret`te kafes yerken toplumsalı tuzlayışımızı, iş yerinde Zaytung`taki haberlere güldükten sonra eve gelip Masterchef programını izlemeyi ya da Twitter`daki entelektüel profilimizi nasıl teorileştirebiliriz? Bu sorular bağlamında, arzunun toplumsal alanda nasıl üretildiğini, salt teorik değil aynı zamanda pratik açıdan da ele alarak uzun zamandır tartışılagelen teori ve pratik arasındaki kopukluğa bir nebze de olsa cevap verme niyeti taşımaktayız. Teorik çalışmaların öne çıktığı sosyal bilimlerde Deleuzeyen perspektif yeni bir alanın kapılarını aralamaktayken amacımız da sosyal bilimlere Deleuze`ü arzuyla yeniden hatırlatmak ve arzu akışlarının gündelik deneyimlerimizde nasıl da serbest bırakılabileceğini gösterebilmektir.
Toplumsaldaki kaçış çizgilerini yakalamak mı?
Karşınızda Deleuze...
Deleuze`e hoşgeldiniz...