Çocukluğumu, ilk gençliğimi yaşadığım yıllarda ince kalaslarla birbirine bağlanmış tahta iskemlelerin olduğu açık hava sinemaları, ‘aileler’ ve ‘aile olmayan’ izleyicileri ikiye ayırırdı. Kabuklu yemiş yemek, Fruko, Çamlıca gazozu içmek, yoksul aile çocukları için bile vazgeçilmez bir ayrıcalıktı.
Genellikle annem ve babaannemle izlediğim filmlerde Ömercik’in, Ayşecik’in dramlarına birlikte ağlardık. İşte, çocukluğumun o Fruko gazozlu yazlık sinemalarında izlediğim filmlerden, unutulması olanaksız yüzler anımsıyorum: Bahçıvan, uşak, manav. Sami Hazinses, Önder Somer, Kazım Kartal, Süheyl Eğriboz... Acı çeken, horlanan, hayat karşısında acemi ve komik kalan insanlar. Yeşilçam’a yıllarını vermiş, çoğu karşılığını alamamış, unutulmuş, ‘değeri bilinmemiş’ sinema emekçileri.
Bu ilk kitap için vefa borcu diyebilirim. Sinemaya emeği geçmiş bütün sinema emekçilerine...
`Onların birçoğunu yitirdik. Keşke bugün artık yaşamayan, ama sanatımıza (resme, müziğe, edebiyata, sinemaya) hayatını vermiş, kırgın ve acılı bir halde gidenlerle de konuşabilseydim. Onların duygularını kendi sesleriyle aktarabilseydim.