Artık döneceklerdi. Hep birlikte, bir arada olmanın heyecanı da, coşkusu da sona ermek zorundaydı. Kentli olmanın gereği öyleydi. O yüzden çok geçmeden de ortalık yeniden önceki derin ıssızlığına bürünecekti. Gün yasılıp gitmiş, gölgeler uzamış, olan akşamdı. Bir kıyıda ise onca olana bitene sırtını dönmüş biri vardı. Başını omuzları arasına almış, oracığa çöküvermişti. Gözleri köşeli şapkasının siperinde öylece karşıya bakıyordu. Sanılır ki, yavukludur da, karşı hanede bir hareket olacak, bir perde aralanacaktı. Oysa öyle değildi. O anki istençli yalnızlığına gözünün önünden salkım saçak, yavaşça yükselip gidenmavimtırak dumanıyla baskın tütün kokusu eşlik ediyordu.
Yığınla yaşanmışlık anılarıyla içli mi içliydi. O, çoğu köylüsü gibi göçüp giderek, bir zamanlar terk eylediği; eski, boş evine barkına, ayrılmadan önce bir kez daha bakmak için oradaydı. Bu kez nasılsa hemen ayrılıp gidememişti.
Gençten birinin, geçip giderken omzuna dokunarak, “Haydi kalk Memet dayı,” demesinin ayırdına varmış mıydı bilinmez; o, yerinde kalmayı sürdürmüş, sessizliğini de bir süre daha bozacakmış gibi görünmüyordu...Gerisi hiç kuşkusuz ki, uzun öyküydü.