Bir hatayı hezimete çeviren şeylerin başında, o hatada gösterdiğimiz ısrarın geldiğini aklımızdan çıkarmamamız gerek. Hatanın kendisi bize çok büyük zararlar veremeyecek dahi olsa o hatanın tekrarı hem kendimizle hem çevremizle olan ilişkilerimizi bozabilir. Bu ısrarın altında iki şeyin yatabileceğini düşünüyorum: Birincisi önceki satırlarda bahsettiğim gibi Winnicott’un dikkat çektiği durumun etkisi olabileceği kanaatindeyim. Şöyle ki, içimizde beğenilmek, kabul görmek, onaylanmak için kendimizi kısıtlamamıza öfke duyan bir yan gelişiyor ve güçleniyor zamanla. Bu yanımız bizi sabote etmeye başlıyor. Fikirlerimizi, düşüncelerimizi sakladıkça ve onlara rağmen bir şeyler yapmaya kendimizi zorladıkça bu yanımız bizi cezalandırıyor olabilir şeklinde özetleyebiliriz bu düşünceyi. İkinci olarak ise suyun eğimli yana akmasına benzer şekilde bizler de zaafımız olan konularda ısrar gösteriyor olabiliriz. Dolayısıyla herkes kendi yanlışında ısrarcı olmak durumundadır zira eğimi o yöndedir diyebiliriz.
Bana bir insanı tanımanın en kesin yolu sorulduğunda hep aynı cevabı veririm; ona sorular sormayın, ondan sorular sormasını isteyin. İnsanlar cevaplarının arkasına sığınabilirler ancak soruları, merakları onların kim olduklarını ortaya koyar. ‘Ben neyi merak ediyorum, yaşama dair sorularım neler, cevabını alacağımdan emin olsam ilk neyi sorardım?’ gibi sorularla insanların kendilerini çok daha iyi tanıyabileceklerini düşünüyorum. Birçoğumuzun yaşamı aynı soruların etrafında dönüyor. Bu kitap, o soruları açmaya, yorumlamaya ve kendimce yanıtlamaya çalışma çabalarımdan doğdu.